Türkçe
Kurdî

Yûsuf Suresi

(Bu sure Mekke’de indirilmiş olup 111 ayettir.)

Er-Rahmân ve Er-Rahîm olan Allah’ın adıyla (okumaya başlıyorum.)





الٓرٰ۠ تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ الْمُب۪ينِ۠ 1

1. Elif, Lâm, Râ. Bu, apaçık/açıklayıcı Kitab’ın ayetleridir.


اِنَّٓا اَنْزَلْنَاهُ قُرْءٰنًا عَرَبِيًّا لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ 2

2. Şüphesiz ki biz, akledip (anlayasınız) diye, onu Arapça bir Kur’ân olarak indirdik.


نَحْنُ نَقُصُّ عَلَيْكَ اَحْسَنَ الْقَصَصِ بِمَٓا اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ هٰذَا الْقُرْاٰنَۗ وَاِنْ كُنْتَ مِنْ قَبْلِه۪ لَمِنَ الْغَافِل۪ينَ 3

3. Biz, vahyettiğimiz bu Kur’ân (vesilesiyle) sana kıssaların en güzelini anlatıyoruz. (Oysa) hiç şüphesiz ki bundan önce (bu kıssalardan) habersizdin.


اِذْ قَالَ يُوسُفُ لِاَب۪يهِ يَٓا اَبَتِ اِنّ۪ي رَاَيْتُ اَحَدَ عَشَرَ كَوْكَبًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ رَاَيْتُهُمْ ل۪ي سَاجِد۪ينَ 4

4. (Hatırlayın!) Hani Yusuf babasına: “Babacığım! Ben (rüyamda) on bir yıldız, Güneş ve Ay’ı gördüm. (Evet,) onları bana secde ederken gördüm.” demişti.


قَالَ يَا بُنَيَّ لَا تَقْصُصْ رُءْيَاكَ عَلٰٓى اِخْوَتِكَ فَيَك۪يدُوا لَكَ كَيْدًاۜ اِنَّ الشَّيْطَانَ لِلْاِنْسَانِ عَدُوٌّ مُب۪ينٌ 5

5. Demişti ki: “Ey oğulcuğum! Rüyanı kardeşlerine anlatma sakın! (Senin faziletini kıskanır, sana zarar verecek) bir tuzak kurarlar. Şüphesiz ki şeytan, insan için apaçık bir düşmandır.”


وَكَذٰلِكَ يَجْتَب۪يكَ رَبُّكَ وَيُعَلِّمُكَ مِنْ تَأْو۪يلِ الْاَحَاد۪يثِ وَيُتِمُّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَعَلٰٓى اٰلِ يَعْقُوبَ كَمَٓا اَتَمَّهَا عَلٰٓى اَبَوَيْكَ مِنْ قَبْلُ اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْحٰقَۜ اِنَّ رَبَّكَ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ۟ 6

6. “İşte böylece Rabbin seni seçecek, sözlerin yorumunu/rüya tabirini sana öğretecek, daha önce ataların İbrahim ve İshak’a (nimetini) tamamladığı gibi sana ve Yakub ailesine de nimetini tamamlayacaktır. Şüphesiz ki Rabbin, (her şeyi bilen) Alîm, (hüküm ve hikmet sahibi olan) Hakîm’dir.”


لَقَدْ كَانَ ف۪ي يُوسُفَ وَاِخْوَتِه۪ٓ اٰيَاتٌ لِلسَّٓائِل۪ينَ 7

7. Andolsun ki, Yusuf ve kardeşlerinin (kıssasında) soranlar için (ibret alınacak öğütler ve) ayetler vardır.


اِذْ قَالُوا لَيُوسُفُ وَاَخُوهُ اَحَبُّ اِلٰٓى اَب۪ينَا مِنَّا وَنَحْنُ عُصْبَةٌۜ اِنَّ اَبَانَا لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍۚ 8

8. Hani demişlerdi ki: “Bizler kalabalık/güçlü bir topluluk olmamıza rağmen, Yusuf ve kardeşi babamızın (bizden daha çok sevdiği) gözdeleridir. Gerçekten bizim babamız açık bir hata içindedir.”


اُقْتُلُوا يُوسُفَ اَوِ اطْرَحُوهُ اَرْضًا يَخْلُ لَكُمْ وَجْهُ اَب۪يكُمْ وَتَكُونُوا مِنْ بَعْدِه۪ قَوْمًا صَالِح۪ينَ 9

9. “Yusuf’u öldürün ya da (uzak) bir yere atıverin. (Böylece babanız onu görmez ve) yönünü size döner. (Sizinle ilgilenip alakadar olur.) Ondan sonra da (tevbe edip durumunu düzelten) salih bir topluluk olursunuz.”


قَالَ قَٓائِلٌ مِنْهُمْ لَا تَقْتُلُوا يُوسُفَ وَاَلْقُوهُ ف۪ي غَيَابَتِ الْجُبِّ يَلْتَقِطْهُ بَعْضُ السَّيَّارَةِ اِنْ كُنْتُمْ فَاعِل۪ينَ 10

10. İçlerinden bir konuşmacı demişti ki: “Yusuf’u öldürmeyin. İllaki bir şey yapacaksanız onu bir kuyunun dibine bırakın. (Oradan geçen) bir yolcu kafilesi onu alır.”


قَالُوا يَٓا اَبَانَا مَا لَكَ لَا تَأْمَنَّۭۖا عَلٰى يُوسُفَ وَاِنَّا لَهُ لَنَاصِحُونَ 11

11. (Plan yaptıktan sonra babalarına varıp:) “Ey babamız! Sana ne oluyor da Yusuf konusunda bize güvenmiyorsun? Gerçekten biz onun iyiliğini isteyen (ona karşı samimi duygular besleyen) kimseleriz.” demişlerdi.


اَرْسِلْهُ مَعَنَا غَدًا يَرْتَعْ وَيَلْعَبْ وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ 12

12. “Onu yarın bizimle beraber yolla, eğlensin, oynasın. Hiç şüphesiz onu koruyup kollarız.”


قَالَ اِنّ۪ي لَيَحْزُنُن۪ٓي اَنْ تَذْهَبُوا بِه۪ وَاَخَافُ اَنْ يَأْكُلَهُ الذِّئْبُ وَاَنْتُمْ عَنْهُ غَافِلُونَ 13

13. Demişti ki: “(Yollarım yollamasına da) onu götürmeniz beni üzer ve siz ondan habersizken bir kurdun onu yemesinden korkarım.”


قَالُوا لَئِنْ اَكَلَهُ الذِّئْبُ وَنَحْنُ عُصْبَةٌ اِنَّٓا اِذًا لَخَاسِرُونَ 14

14. “Andolsun ki biz böyle güçlü/kalabalık bir topluluk olmamıza rağmen, kurt onu yerse hiç şüphesiz, hüsrana uğrayanlardan oluruz.” demişlerdi.


فَلَمَّا ذَهَبُوا بِه۪ وَاَجْمَعُٓوا اَنْ يَجْعَلُوهُ ف۪ي غَيَابَتِ الْجُبِّۚ وَاَوْحَيْنَٓا اِلَيْهِ لَتُنَبِّئَنَّهُمْ بِاَمْرِهِمْ هٰذَا وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ 15

15. Onu alıp götürdükleri ve kuyunun dibine atmaya beraberce karar verdikleri zaman (Yusuf’a): “Andolsun ki sen, (bir gün) kendileri farkında değilken onlara bu yaptıklarını haber vereceksin.” diye vahyetmiştik.


وَجَٓاؤُٓ۫ اَبَاهُمْ عِشَٓاءً يَبْكُونَۜ 16

16. Akşamüstü ağlaya sızlaya babalarına gelmişlerdi.


قَالُوا يَٓا اَبَانَٓا اِنَّا ذَهَبْنَا نَسْتَبِقُ وَتَرَكْنَا يُوسُفَ عِنْدَ مَتَاعِنَا فَاَكَلَهُ الذِّئْبُۚ وَمَٓا اَنْتَ بِمُؤْمِنٍ لَنَا وَلَوْ كُنَّا صَادِق۪ينَ 17

17. “Ey babamız!” demişlerdi. “Biz gittik, aramızda yarışıyorduk. Yusuf’u da eşyalarımızın yanında (gözcü olarak) bırakmıştık, onu kurt yemiş. (Biliyoruz ki) biz doğru söylesek de sen bize inanacak değilsin.”


وَجَٓاؤُ۫ عَلٰى قَم۪يصِه۪ بِدَمٍ كَذِبٍۜ قَالَ بَلْ سَوَّلَتْ لَكُمْ اَنْفُسُكُمْ اَمْرًاۜ فَصَبْرٌ جَم۪يلٌۜ وَاللّٰهُ الْمُسْتَعَانُ عَلٰى مَا تَصِفُونَ 18

18. Ve üzerine yalancıktan kan (sürülmüş) gömleğini getirmişlerdi. “(Hayır, öyle değil!) Bilakis, nefsiniz bu işi size süslü göstermiş! (Artık bana düşen) güzel bir sabırdır. Sizin söylediklerinize karşı (yardımına sığınılacak) El-Mustean olan Allah’tır.” demişti.


وَجَٓاءَتْ سَيَّارَةٌ فَاَرْسَلُوا وَارِدَهُمْ فَاَدْلٰى دَلْوَهُۜ قَالَ يَا بُشْرٰى هٰذَا غُلَامٌۜ وَاَسَرُّوهُ بِضَاعَةًۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِمَا يَعْمَلُونَ 19

19. (Derken) bir yolcu kafilesi gelmiş, sucularını yollamışlardı. Kovasını (kuyuya) sarkıtınca: “Hey, müjdeler olsun! Bu bir çocuktur.” demişti. (Onu kuyudan çıkarıp) ticaret metaı olarak saklamışlardı. Allah onların yaptıklarını bilmekteydi.


وَشَرَوْهُ بِثَمَنٍ بَخْسٍ دَرَاهِمَ مَعْدُودَةٍۚ وَكَانُوا ف۪يهِ مِنَ الزَّاهِد۪ينَ۟ 20

20. Onu çok az bir fiyata, sayılı birkaç dirheme satmış, ona fazla değer vermemişlerdi.


وَقَالَ الَّذِي اشْتَرٰيهُ مِنْ مِصْرَ لِامْرَاَتِه۪ٓ اَكْرِم۪ي مَثْوٰيهُ عَسٰٓى اَنْ يَنْفَعَنَٓا اَوْ نَتَّخِذَهُ وَلَدًاۜ وَكَذٰلِكَ مَكَّنَّا لِيُوسُفَ فِي الْاَرْضِۘ وَلِنُعَلِّمَهُ مِنْ تَأْو۪يلِ الْاَحَاد۪يثِۜ وَاللّٰهُ غَالِبٌ عَلٰٓى اَمْرِه۪ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ 21

21. Onu satın alan Mısırlı, hanımına demişti ki: “Ona iyi bak. Umulur ki bize bir faydası dokunur ya da onu evlat ediniriz.” Sözlerin/rüyaların yorumunu öğretmek için Yusuf’a imkân verip, yeryüzünde yerleşik kıldık. Allah, emrinde Galip’tir. Fakat insanların çoğu bilmezler.


وَلَمَّا بَلَغَ اَشُدَّهُٓ اٰتَيْنَاهُ حُكْمًا وَعِلْمًاۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ 22

22. Gençliğinin zirvesine ulaşınca ona hüküm ve ilim verdik. Biz, muhsinleri/kulluğunu en güzel şekilde yapmaya çalışanları böyle mükâfatlandırırız.


وَرَاوَدَتْهُ الَّت۪ي هُوَ ف۪ي بَيْتِهَا عَنْ نَفْسِه۪ وَغَلَّقَتِ الْاَبْوَابَ وَقَالَتْ هَيْتَ لَكَۜ قَالَ مَعَاذَ اللّٰهِ اِنَّهُ رَبّ۪ٓي اَحْسَنَ مَثْوَايَۜ اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ 23

23. Evinde kaldığı kadın onu elde etmek istemiş, kapıları üst üste kilitleyip de: “Senin için hazırlandım, gelsene.” demişti. “Allah’a sığınırım. Çünkü o/kocan benim efendimdir, bana iyi bakmıştır. Şüphesiz ki (iyiliğe kötülükle karşılık veren) o zalimler kurtuluşa ermezler.” demişti.


وَلَقَدْ هَمَّتْ بِه۪ۗ وَهَمَّ بِهَاۚ لَوْلَٓا اَنْ رَاٰ بُرْهَانَ رَبِّه۪ۜ كَذٰلِكَ لِنَصْرِفَ عَنْهُ السُّٓوءَ وَالْفَحْشَٓاءَۜ اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُخْلَص۪ينَ 24

24. Andolsun ki kadın onu arzulamış, o da kadını arzulamıştı. Şayet Rabbinin apaçık burhanını görmeseydi (Yusuf da arzusunun peşinden gidecekti). Böylece, kötülüğü ve fuhşiyatı ondan savuşturduk. Çünkü o, muhlas/arındırılmış/ihlaslı kılınmış kullarımızdandı.


وَاسْتَبَقَا الْبَابَ وَقَدَّتْ قَم۪يصَهُ مِنْ دُبُرٍ وَاَلْفَيَا سَيِّدَهَا لَدَا الْبَابِۜ قَالَتْ مَا جَزَٓاءُ مَنْ اَرَادَ بِاَهْلِكَ سُٓوءًا اِلَّٓا اَنْ يُسْجَنَ اَوْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ 25

25. (Yusuf o kadından kaçmak, kadın da Yusuf’u yakalamak için) her ikisi de kapıya koştular. Kadın gömleğini arkadan çekip yırttı. Kapı önünde kadının kocası ile karşılaştılar. (Kadın:) “Ailen için kötülük dileyen birine hapis veya can yakıcı bir azaptan başka ne ceza verilir?” demişti.


قَالَ هِيَ رَاوَدَتْن۪ي عَنْ نَفْس۪ي وَشَهِدَ شَاهِدٌ مِنْ اَهْلِهَاۚ اِنْ كَانَ قَم۪يصُهُ قُدَّ مِنْ قُبُلٍ فَصَدَقَتْ وَهُوَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ 26

26. (Yusuf:) “O beni elde etmek istedi.” demişti. O (kadının) yakınlarından biri şöyle tanıklık etmişti: “Şayet Yusuf’un gömleği önden yırtılmışsa kadın doğru söylemiştir, o (Yusuf) yalancılardandır.”


وَاِنْ كَانَ قَم۪يصُهُ قُدَّ مِنْ دُبُرٍ فَكَذَبَتْ وَهُوَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ 27

27. “Yok eğer gömleği arkadan yırtılmışsa kadın yalan söylemiştir, o (Yusuf) doğru sözlülerdendir.”


فَلَمَّا رَاٰ قَم۪يصَهُ قُدَّ مِنْ دُبُرٍ قَالَ اِنَّهُ مِنْ كَيْدِكُنَّۜ اِنَّ كَيْدَكُنَّ عَظ۪يمٌ 28

28. Gömleğin arkadan yırtıldığını görünce (hanımına): “Şüphesiz ki bu, sizin tuzaklarınızdan biridir. Gerçekten sizin tuzağınız büyüktür.” demişti.


يُوسُفُ اَعْرِضْ عَنْ هٰذَا وَاسْتَغْفِر۪ي لِذَنْبِكِۚ اِنَّكِ كُنْتِ مِنَ الْخَاطِـ۪ٔينَ۟ 29

29. (Yusuf’a dönüp:) “Ey Yusuf! Bu işten vazgeç (peşine düşme)!” (demiş,) (hanımına ise:) “Günahın için bağışlanma dile. Çünkü sen günahkârlardan oldun.” (demişti.)


وَقَالَ نِسْوَةٌ فِي الْمَد۪ينَةِ امْرَاَتُ الْعَز۪يزِ تُرَاوِدُ فَتٰيهَا عَنْ نَفْسِه۪ۚ قَدْ شَغَفَهَا حُبًّاۜ اِنَّا لَنَرٰيهَا ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ 30

30. Şehirde bir grup kadın: “Aziz’in karısı hizmetçisini elde etmek istiyormuş. Üstelik (gencin) sevgisi kalbini delmiş/sırılsıklam âşık olmuş. Biz, onun apaçık bir yanlış içerisinde olduğunu düşünüyoruz.” diye konuşmuşlardı.


فَلَمَّا سَمِعَتْ بِمَكْرِهِنَّ اَرْسَلَتْ اِلَيْهِنَّ وَاَعْتَدَتْ لَهُنَّ مُتَّكَـًٔا وَاٰتَتْ كُلَّ وَاحِدَةٍ مِنْهُنَّ سِكّ۪ينًا وَقَالَتِ اخْرُجْ عَلَيْهِنَّۚ فَلَمَّا رَاَيْنَهُٓ اَكْبَرْنَهُ وَقَطَّعْنَ اَيْدِيَهُنَّ وَقُلْنَ حَاشَ لِلّٰهِ مَا هٰذَا بَشَرًاۜ اِنْ هٰذَٓا اِلَّا مَلَكٌ كَر۪يمٌ 31

31. Kadınların tuzaklarını (kendisiyle ilgili yaptıkları dedikodularını) işitince onlara (bir ulak) yolladı, iyice gevşeyip rahat edecekleri bir ortam hazırladı ve her birine bir bıçak verdi. “Onların yanına çık.” dedi. Onu gördüklerinde (güzelliğini o denli) büyüttüler (ki hayranlıktan) ellerini kestiler. Dediler ki: “Allah’a sığınırız. Bu, bir insan değildir. Olsa olsa çok değerli bir melektir.”


قَالَتْ فَذٰلِكُنَّ الَّذ۪ي لُمْتُنَّن۪ي ف۪يهِۜ وَلَقَدْ رَاوَدْتُهُ عَنْ نَفْسِه۪ فَاسْتَعْصَمَۜ وَلَئِنْ لَمْ يَفْعَلْ مَٓا اٰمُرُهُ لَيُسْجَنَنَّ وَلَيَكُونًا مِنَ الصَّاغِر۪ينَ 32

32. “İşte!” dedi. “Beni kendisinden dolayı kınadığınız budur. Andolsun ki onu elde etmek istedim, o ise korundu. Ve (tekrar) andolsun ki emrettiğimi yerine getirmezse hapsedilecek ve elbette, küçük düşürülenlerden olacaktır.”


قَالَ رَبِّ السِّجْنُ اَحَبُّ اِلَيَّ مِمَّا يَدْعُونَن۪ٓي اِلَيْهِۚ وَاِلَّا تَصْرِفْ عَنّ۪ي كَيْدَهُنَّ اَصْبُ اِلَيْهِنَّ وَاَكُنْ مِنَ الْجَاهِل۪ينَ 33

33. (Bu tehditler üzerine Yusuf) demişti ki: “Rabbim! Zindan, bunların beni davet ettiği şeyden bana daha sevimlidir. Tuzaklarını benden defedip uzaklaştırmazsan onlara meyleder ve cahillerden olurum.”


فَاسْتَجَابَ لَهُ رَبُّهُ فَصَرَفَ عَنْهُ كَيْدَهُنَّۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ 34

34. Rabbi onun duasına icabet etti ve kadınların tuzağını ondan uzaklaştırdı. Şüphesiz ki O, (işiten ve dualara icabet eden) Es-Semi’, (her şeyi bilen) El-Alîm’dir.


ثُمَّ بَدَا لَهُمْ مِنْ بَعْدِ مَا رَاَوُا الْاٰيَاتِ لَيَسْجُنُنَّهُ حَتّٰى ح۪ينٍ۟ 35

35. Sonra, onun (suçsuz olduğunu gösteren) delilleri görmelerine rağmen, onu bir müddet zindana atmak kendilerine uygun göründü.


وَدَخَلَ مَعَهُ السِّجْنَ فَتَيَانِۜ قَالَ اَحَدُهُمَٓا اِنّ۪ٓي اَرٰين۪ٓي اَعْصِرُ خَمْرًاۚ وَقَالَ الْاٰخَرُ اِنّ۪ٓي اَرٰين۪ٓي اَحْمِلُ فَوْقَ رَأْس۪ي خُبْزًا تَأْكُلُ الطَّيْرُ مِنْهُۜ نَبِّئْنَا بِتَأْو۪يلِه۪ۚ اِنَّا نَرٰيكَ مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ 36

36. Onunla beraber zindana iki genç daha girdi. Bunlardan biri: “Rüyamda şarap sıktığımı gördüm.” dedi. Diğeriyse: “Ben de başımın üstünde ekmek taşıdığımı ve kuşların ondan yediğini gördüm. Bize bu rüyanın yorumunu haber ver. Çünkü biz, seni iyilik yapanlardan biri olarak görüyoruz.” dedi.


قَالَ لَا يَأْت۪يكُمَا طَعَامٌ تُرْزَقَانِه۪ٓ اِلَّا نَبَّأْتُكُمَا بِتَأْو۪يلِه۪ قَبْلَ اَنْ يَأْتِيَكُمَاۜ ذٰلِكُمَا مِمَّا عَلَّمَن۪ي رَبّ۪يۜ اِنّ۪ي تَرَكْتُ مِلَّةَ قَوْمٍ لَا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَۙ 37

37. Dedi ki: “Size rızık olarak yiyeceğiniz bir yemek gelmeden önce mutlaka yorumunu haber veririm. Bu, Rabbimin bana öğrettiği bilgidendir. Şüphesiz ki ben, Allah’a inanmayan ve ahireti inkâr eden bir topluluğun dinini terk ettim.”


وَاتَّبَعْتُ مِلَّةَ اٰبَٓاء۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَۜ مَا كَانَ لَنَٓا اَنْ نُشْرِكَ بِاللّٰهِ مِنْ شَيْءٍۜ ذٰلِكَ مِنْ فَضْلِ اللّٰهِ عَلَيْنَا وَعَلَى النَّاسِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَشْكُرُونَ 38

38. “Babalarım olan İbrahim, İshak ve Yakub’un dinine uydum. Bizim herhangi bir şeyi Allah’a ortak koşmamız söz konusu dahi olamaz. Bu hem bize hem de insanlara Allah’ın lütuf ve ihsanındandır. Fakat insanların çoğu şükretmezler.”

İbrahim’in milleti için bk. 60/Mümtehine, 4


يَا صَاحِبَيِ السِّجْنِ ءَاَرْبَابٌ مُتَفَرِّقُونَ خَيْرٌ اَمِ اللّٰهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُۜ 39

39. “Ey zindan arkadaşlarım! (Hiç düşündünüz mü?) Birbirinden ayrı, darmadağınık rabler mi daha hayırlıdır, yoksa (zatında, fiillerinde ve sıfatlarında tek olan) El-Vâhid ve (her şeye boyun eğdirip hükmüne ram eyleyen) El-Kahhâr olan Allah mı?”


مَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِه۪ٓ اِلَّٓا اَسْمَٓاءً سَمَّيْتُمُوهَٓا اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍۜ اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ اَمَرَ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّٓا اِيَّاهُۜ ذٰلِكَ الدّ۪ينُ الْقَيِّمُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ 40

40. “Sizin O’nu bırakıp da ibadet ettikleriniz, ancak sizin ve babalarınızın koyduğu, Allah’ın hakkında hiçbir delil indirmediği birtakım isimlerdir. Hüküm yalnızca Allah’ındır. O, kendisinden başkasına kulluk/ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.”

37-40. ayetler göstermiştir ki:

a.Tevhide çağrı, İslami çalışmaların temelidir. Her zaman ve mekânda muvahhidin önceliği tevhid olmalıdır. Yusuf’un (as) zindanda olması, iftiraya uğraması, yanına gelenlerin tevhidi hiç bilmiyor olmaları, sordukları rüyanın tevhidle uzaktan yakından ilgisinin olmaması, Yusuf’u (as) tevhidi anlatmaktan alıkoymamıştır.

b. Tevhidin ana delili, çokluğun kaos, tekliğin selamet olması gerçeğidir. (bk. 21/Enbiyâ, 22; 23/Mü’minûn, 91)

Tevhid; birey, toplum ve içinde yaşadığımız yeryüzü için düzen ve selamettir. Şirk ise tam aksine kaos, terör ve fitnedir.

Razı edilmesi ve isteklerinin yerine getirilmesi gereken birden fazla rab, onlara kulluk edenlerin karşı karşıya gelmesine ve kaosa sebep olmaktadır. Müşriğin duygularında, düşüncelerinde, yönelim ve arzularında hep bir kaos vardır (22/Hac, 31). Çünkü onu yönlendiren ve razı etmesi gereken birçok merci vardır. Örf ve âdetler, ebeveyn istekleri, modern toplumun beklentileri, şahsi arzuları, manevi ihtiyaçları...

c. Hükmün/yasamanın/kanun yapmanın yalnızca Allah’a (cc) ait olduğuna inanmak ve buna göre yaşamak bir lüks değil, İslam inancının olmazsa olmaz esaslarındandır.

Hükmün Allah’a (cc) ait olması, iki şeyle irtibatlandırılmıştır: Allah’a (cc) kulluk ve dosdoğru bir din. Hâkimiyet yetkisini Allah’a (cc) veren ve O’nun yasası dışında yasa tanımayanlar, Allah’a (cc) kul olan ve dosdoğru dinin mensuplarıdır. Egemenliği kayıtsız ve şartsız olarak Allah (cc) dışında herhangi bir şahıs, ideoloji veya kurumda görenlerse Allah’ın (cc) hakkında hiçbir delil indirmediği birtakım isimlere/düşüncelere ibadet edenlerdir.


يَا صَاحِبَيِ السِّجْنِ اَمَّٓا اَحَدُكُمَا فَيَسْق۪ي رَبَّهُ خَمْرًاۚ وَاَمَّا الْاٰخَرُ فَيُصْلَبُ فَتَأْكُلُ الطَّيْرُ مِنْ رَأْسِه۪ۜ قُضِيَ الْاَمْرُ الَّذ۪ي ف۪يهِ تَسْتَفْتِيَانِۜ 41

41. “Ey zindan arkadaşlarım! (Rüyanıza gelince) ikinizden biri, efendisine şarap içirecek (özgür kalacak); diğeriniz ise asılacak ve kuşlar onun başından yiyecektir. Hakkında bilgi edinmek istediğiniz konu bitmiştir.”


وَقَالَ لِلَّذ۪ي ظَنَّ اَنَّهُ نَاجٍ مِنْهُمَا اذْكُرْن۪ي عِنْدَ رَبِّكَۘ فَاَنْسٰيهُ الشَّيْطَانُ ذِكْرَ رَبِّه۪ فَلَبِثَ فِي السِّجْنِ بِضْعَ سِن۪ينَۜ۟ 42

42. O ikisinden, kurtulacağını sandığı kişiye demişti ki: “Beni efendinin yanında an.” Şeytan ona (Yusuf’u) efendisinin yanında anma meselesini unutturdu. Böylece birkaç yıl daha (üç ile dokuz yıl arası) zindanda kaldı.


وَقَالَ الْمَلِكُ اِنّ۪ٓي اَرٰى سَبْعَ بَقَرَاتٍ سِمَانٍ يَأْكُلُهُنَّ سَبْعٌ عِجَافٌ وَسَبْعَ سُنْبُلَاتٍ خُضْرٍ وَاُخَرَ يَابِسَاتٍۜ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَاُ اَفْتُون۪ي ف۪ي رُءْيَايَ اِنْ كُنْتُمْ لِلرُّءْيَا تَعْبُرُونَ 43

43. Kral demişti ki: “Rüyamda yedi zayıf ineğin yedi besili ineği yediğini görüyorum. Yine yedi yemyeşil başak ve diğerlerinin kuru olduğu başaklar görüyorum. Ey seçkin dostlarım! Şayet rüya tabirinden anlıyorsanız bu rüyamı yorumlayın.”


قَالُٓوا اَضْغَاثُ اَحْلَامٍۚ وَمَا نَحْنُ بِتَأْو۪يلِ الْاَحْلَامِ بِعَالِم۪ينَ 44

44. Demişlerdi ki: “Bir demet hayal/karmakarışık düşler işte! Hem biz rüya tabirinden de anlamıyoruz.”


وَقَالَ الَّذ۪ي نَجَا مِنْهُمَا وَادَّكَرَ بَعْدَ اُمَّةٍ اَنَا۬ اُنَبِّئُكُمْ بِتَأْو۪يلِه۪ فَاَرْسِلُونِ 45

45. O ikisinden kurtulmuş olan, uzun bir müddet sonra (Yusuf’u) hatırlamış ve: “Ben size bu rüyanın yorumunu haber veririm. Hemen beni gönderin.” demişti.


يُوسُفُ اَيُّهَا الصِّدّ۪يقُ اَفْتِنَا ف۪ي سَبْعِ بَقَرَاتٍ سِمَانٍ يَأْكُلُهُنَّ سَبْعٌ عِجَافٌ وَسَبْعِ سُنْبُلَاتٍ خُضْرٍ وَاُخَرَ يَابِسَاتٍۙ لَعَلّ۪ٓي اَرْجِعُ اِلَى النَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَعْلَمُونَ 46

46. “Yusuf! Ey sıddık kişi! Bize yedi zayıf ineğin yedi besili ineği yediği, yedi yeşil başak ve diğerleri kuru olan başakların olduğu rüyayı yorumla. Umulur ki insanlara dönerim de (rüyanın anlamını) bilmiş olurlar.”


قَالَ تَزْرَعُونَ سَبْعَ سِن۪ينَ دَاَبًاۚ فَمَا حَصَدْتُمْ فَذَرُوهُ ف۪ي سُنْبُلِه۪ٓ اِلَّا قَل۪يلًا مِمَّا تَأْكُلُونَ 47

47. Demişti ki: “Yedi yıl boyunca alışageldiğiniz üzere ekmeye (devam edin). Yiyeceğiniz az bir miktar dışındaki hasadı başağında öylece bırakın.”


ثُمَّ يَأْت۪ي مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ سَبْعٌ شِدَادٌ يَأْكُلْنَ مَا قَدَّمْتُمْ لَهُنَّ اِلَّا قَل۪يلًا مِمَّا تُحْصِنُونَ 48

48. “Sonra bu (bolluğun) ardından çok kurak yedi yıl gelecek. Sakladığınız az bir miktar dışında, daha önceden biriktirdiğinizi yiyip bitirecektir.”


ثُمَّ يَأْت۪ي مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ عَامٌ ف۪يهِ يُغَاثُ النَّاسُ وَف۪يهِ يَعْصِرُونَ۟ 49

49. “Sonra bu (kıtlığın) ardından öyle bir yıl gelecek ki insanlar onda (yağmurla) sıkıntıdan kurtarılır ve onda (meyveleri) sıkıp (hayvanları) sağarlar.”


وَقَالَ الْمَلِكُ ائْتُون۪ي بِه۪ۚ فَلَمَّا جَٓاءَهُ الرَّسُولُ قَالَ ارْجِعْ اِلٰى رَبِّكَ فَسْـَٔلْهُ مَا بَالُ النِّسْوَةِ الّٰت۪ي قَطَّعْنَ اَيْدِيَهُنَّۜ اِنَّ رَبّ۪ي بِكَيْدِهِنَّ عَل۪يمٌ 50

50. Kral (bu yorumu duyunca): “Onu bana getirin.” dedi. Elçi Yusuf’a (müjde vermek için) geldiğinde demişti ki: “Efendinin yanına dön ve ona sor (bakalım): ‘Ellerini kesen kadınların durumu neydi?’ Şüphesiz ki benim Rabbim, onların tuzağını bilir.”


قَالَ مَا خَطْبُكُنَّ اِذْ رَاوَدْتُنَّ يُوسُفَ عَنْ نَفْسِه۪ۜ قُلْنَ حَاشَ لِلّٰهِ مَا عَلِمْنَا عَلَيْهِ مِنْ سُٓوءٍۜ قَالَتِ امْرَاَتُ الْعَز۪يزِ الْـٰٔنَ حَصْحَصَ الْحَقُّۘ اَنَا۬ رَاوَدْتُهُ عَنْ نَفْسِه۪ وَاِنَّهُ لَمِنَ الصَّادِق۪ينَ 51

51. (Kral) dedi ki: “Yusuf’u elde etmek istediğiniz zamanki durumunuz neydi/nedir sizin hikâyeniz?” Dediler ki: “Allah’a sığınırız. Biz onda hiçbir kötülük görmedik.” Aziz’in karısı da demişti ki: “Şimdi gerçek ortaya çıktı. Ben onu elde etmek istemiştim. Şüphesiz ki o, doğrulardandır.”


ذٰلِكَ لِيَعْلَمَ اَنّ۪ي لَمْ اَخُنْهُ بِالْغَيْبِ وَاَنَّ اللّٰهَ لَا يَهْد۪ي كَيْدَ الْخَٓائِن۪ينَ 52

52. (Yusuf bu tahkikatı talep etmesinin gerekçesini şöyle açıkladı:) “Bu, (Aziz’in) gıyabında ona ihanet etmediğimi ve Allah’ın da hainlerin tuzağını başarıya ulaştırmayacağını (Aziz’in ve insanların) bilmesi içindi.”


وَمَٓا اُبَرِّئُ نَفْس۪يۚ اِنَّ النَّفْسَ لَاَمَّارَةٌ بِالسُّٓوءِ اِلَّا مَا رَحِمَ رَبّ۪يۜ اِنَّ رَبّ۪ي غَفُورٌ رَح۪يمٌ 53

53. “Ben, nefsimi temize çıkarmam. Çünkü nefis -Rabbimin merhamet ettiği müstesna- çokça kötülüğü emreder. Şüphesiz ki Rabbim, (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) Ğafûr, (kullarına karşı merhametli olan) Rahîm’dir.”


وَقَالَ الْمَلِكُ ائْتُون۪ي بِه۪ٓ اَسْتَخْلِصْهُ لِنَفْس۪يۚ فَلَمَّا كَلَّمَهُ قَالَ اِنَّكَ الْيَوْمَ لَدَيْنَا مَك۪ينٌ اَم۪ينٌ 54

54. Kral demişti ki: “Getirin onu bana ki, onu has adamlarımdan/yakınlarımdan biri olarak yanıma alayım.” Onunla konuşunca da şöyle demişti: “Sen, bugün bizim yanımızda (geniş yetkilerle donatılmış) bir yönetici ve güvenilir birisin.”


قَالَ اجْعَلْن۪ي عَلٰى خَزَٓائِنِ الْاَرْضِۚ اِنّ۪ي حَف۪يظٌ عَل۪يمٌ 55

55. (Yusuf) demişti ki: “Beni ülke hazinelerine (maliye bakanlığına) yetkili tayin et. Şüphesiz ki ben, koruyup gözetecek ve bu işi bilen biriyim.”


وَكَذٰلِكَ مَكَّنَّا لِيُوسُفَ فِي الْاَرْضِۚ يَتَبَوَّاُ مِنْهَا حَيْثُ يَشَٓاءُۜ نُص۪يبُ بِرَحْمَتِنَا مَنْ نَشَٓاءُ وَلَا نُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَ 56

56. İşte böylece Yusuf’a, yeryüzünde temkin/imkân/iktidar verdik. Orada dilediği yerde konaklar/dilediği gibi hareket ederdi. Rahmetimizden dilediğimiz kişiye veririz. Ve muhsinlerin/kulluğunu en güzel şekilde yapmaya çalışanların ecrini zayi etmeyiz.


وَلَاَجْرُ الْاٰخِرَةِ خَيْرٌ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ۟ 57

57. Hiç şüphesiz ahiret mükâfatı, iman edip Allah’tan korkanlar için daha hayırlıdır.


وَجَٓاءَ اِخْوَةُ يُوسُفَ فَدَخَلُوا عَلَيْهِ فَعَرَفَهُمْ وَهُمْ لَهُ مُنْكِرُونَ 58

58. (Yusuf iktidara geldikten sonra kuraklık başladı.) Yusuf’un kardeşleri (yiyecek almak için) gelmiş ve onun yanına girmişlerdi. Onu tanımadıkları hâlde o, onları tanımıştı.


وَلَمَّا جَهَّزَهُمْ بِجَهَازِهِمْ قَالَ ائْتُون۪ي بِاَخٍ لَكُمْ مِنْ اَب۪يكُمْۚ اَلَا تَرَوْنَ اَنّ۪ٓي اُو۫فِي الْكَيْلَ وَاَنَا۬ خَيْرُ الْمُنْزِل۪ينَ 59

59. Yüklerini hazırladığı zaman: “Bana babanızdan olan bir kardeşinizi (rehin olarak) getirin. Benim tam ölçekle verdiğimi ve misafirperverlerin en hayırlılarından olduğumu görmediniz mi?”


فَاِنْ لَمْ تَأْتُون۪ي بِه۪ فَلَا كَيْلَ لَكُمْ عِنْد۪ي وَلَا تَقْرَبُونِ 60

60. “Onu getirmezseniz benden alacağınız bir erzak olmayacak, bana da yaklaşmayın!”


قَالُوا سَنُرَاوِدُ عَنْهُ اَبَاهُ وَاِنَّا لَفَاعِلُونَ 61

61. “Onu babasından alabilmek için çabalarız. (Evet,) kesinlikle bunu yapacağız.” demişlerdi.


وَقَالَ لِفِتْيَانِهِ اجْعَلُوا بِضَاعَتَهُمْ ف۪ي رِحَالِهِمْ لَعَلَّهُمْ يَعْرِفُونَهَٓا اِذَا انْقَلَبُٓوا اِلٰٓى اَهْلِهِمْ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ 62

62. (Yusuf) hizmetlilere demişti ki: “(Erzak almak için verdikleri) eşyalarını, yüklerin arasına (geri) koyun. Belki ailelerine döndüklerinde bunu anlar ve tekrar geri dönerler.”


فَلَمَّا رَجَعُٓوا اِلٰٓى اَب۪يهِمْ قَالُوا يَٓا اَبَانَا مُنِعَ مِنَّا الْكَيْلُ فَاَرْسِلْ مَعَنَٓا اَخَانَا نَكْتَلْ وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ 63

63. Babalarına döndükleri zaman: “Babamız! Yiyecek bize yasaklandı. Kardeşimizi bizimle gönder ki yiyecek alalım. Şüphesiz ki onu koruyacağız.” demişlerdi.


قَالَ هَلْ اٰمَنُكُمْ عَلَيْهِ اِلَّا كَمَٓا اَمِنْتُكُمْ عَلٰٓى اَخ۪يهِ مِنْ قَبْلُۜ فَاللّٰهُ خَيْرٌ حَافِظًاۖ وَهُوَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَ 64

64. “Daha önce kardeşi konusunda size güvendiğim gibi, bunda da güveneyim öyle mi? Allah en hayırlı koruyucu ve O merhametlilerin en merhametlisidir.” demişti.


وَلَمَّا فَتَحُوا مَتَاعَهُمْ وَجَدُوا بِضَاعَتَهُمْ رُدَّتْ اِلَيْهِمْۜ قَالُوا يَٓا اَبَانَا مَا نَبْغ۪يۜ هٰذِه۪ بِضَاعَتُنَا رُدَّتْ اِلَيْنَاۚ وَنَم۪يرُ اَهْلَنَا وَنَحْفَظُ اَخَانَا وَنَزْدَادُ كَيْلَ بَع۪يرٍۜ ذٰلِكَ كَيْلٌ يَس۪يرٌ 65

65. Eşyalarını açınca ödedikleri bedelin kendilerine geri verildiğini gördüler. “Babamız! Daha ne isteyebiliriz ki? İşte (yiyecek karşılığında) ödediklerimiz bize geri dönmüş. (Yolla onu bizimle) ailemiz için erzak almış oluruz, hem kardeşimizi de koruruz, bir deve yükü fazladan yiyecek alırız. Bu (yanımızda getirdiğimiz) az bir yiyecektir.”


قَالَ لَنْ اُرْسِلَهُ مَعَكُمْ حَتّٰى تُؤْتُونِ مَوْثِقًا مِنَ اللّٰهِ لَتَأْتُنَّن۪ي بِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ يُحَاطَ بِكُمْۚ فَلَمَّٓا اٰتَوْهُ مَوْثِقَهُمْ قَالَ اللّٰهُ عَلٰى مَا نَقُولُ وَك۪يلٌ 66

66. (Yakub:) “Topluca (helak olup) kuşatılmanız dışında, onu bana geri getireceğinize dair Allah adına kesin bir söz verinceye kadar onu sizinle göndermem.” demişti. Ona (Allah adına) kesin sözlerini verdiklerinde: “(O hâlde) Allah söylediklerimize vekildir.” dedi.


وَقَالَ يَا بَنِيَّ لَا تَدْخُلُوا مِنْ بَابٍ وَاحِدٍ وَادْخُلُوا مِنْ اَبْوَابٍ مُتَفَرِّقَةٍۜ وَمَٓا اُغْن۪ي عَنْكُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍۜ اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُۚ وَعَلَيْهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُتَوَكِّلُونَ 67

67. (Yakub:) “Ey oğullarım! Tek bir kapıdan (şehre) girmeyin. Farklı kapılardan girin. (Bu, sadece bir tedbirdir. Yoksa Allah sizin için bir musibet dilemişse) ben sizi Allah’a karşı koruyamam. Hüküm yalnızca Allah’ındır. O’na tevekkül ettim. Tevekkül edecek olanlar da yalnızca O’na tevekkül etsinler.” dedi.


وَلَمَّا دَخَلُوا مِنْ حَيْثُ اَمَرَهُمْ اَبُوهُمْۜ مَا كَانَ يُغْن۪ي عَنْهُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا حَاجَةً ف۪ي نَفْسِ يَعْقُوبَ قَضٰيهَاۜ وَاِنَّهُ لَذُو عِلْمٍ لِمَا عَلَّمْنَاهُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ۟ 68

68. Babalarının emrettiği şekilde şehre girdiler. Bu şekil girmeleri onlara Allah’a karşı bir fayda sağlamayacaktı. Ama (böyle girmeleri) Yakub’un içinde var olan bir istekti ve onu dillendirerek açığa çıkarmış oldu. Şüphesiz ki o, ona öğrettiklerimiz sayesinde ilim sahibi biridir. Fakat insanların çoğu bilmezler.


وَلَمَّا دَخَلُوا عَلٰى يُوسُفَ اٰوٰٓى اِلَيْهِ اَخَاهُ قَالَ اِنّ۪ٓي اَنَا۬ اَخُوكَ فَلَا تَبْتَئِسْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ 69

69. Yusuf’un yanına girdiklerinde, kardeşini bağrına basmış ve demişti ki: “Şüphesiz ki ben, senin kardeşinim. Artık onların yaptıklarına üzülme.”


فَلَمَّا جَهَّزَهُمْ بِجَهَازِهِمْ جَعَلَ السِّقَايَةَ ف۪ي رَحْلِ اَخ۪يهِ ثُمَّ اَذَّنَ مُؤَذِّنٌ اَيَّتُهَا الْع۪يرُ اِنَّكُمْ لَسَارِقُونَ 70

70. Yüklerini hazırladığı zaman, su kabını kardeşinin yükü içerisine koydu. Sonra bir münadi: “Ey kafile! Sizler şüphesiz hırsızlarsınız.” diye ilan etmişti.


قَالُٓوا وَاَقْبَلُوا عَلَيْهِمْ مَاذَا تَفْقِدُونَ 71

71. (Sesin geldiği yöne) yönelip: “Kaybettiğiniz (ve aradığınız şey) nedir?” demişlerdi.


قَالُوا نَفْقِدُ صُوَاعَ الْمَلِكِ وَلِمَنْ جَٓاءَ بِه۪ حِمْلُ بَع۪يرٍ وَاَنَا۬ بِه۪ زَع۪يمٌ 72

72. Demişlerdi ki: “Kralın su tasını kaybettik (de onu arıyoruz). Kim onu getirirse bir deve yükü yiyecek (ödül olarak) onundur. Ben de (ilan eden olarak ödülün verileceğine) kefilim.”


قَالُوا تَاللّٰهِ لَقَدْ عَلِمْتُمْ مَا جِئْنَا لِنُفْسِدَ فِي الْاَرْضِ وَمَا كُنَّا سَارِق۪ينَ 73

73. “Allah’a yemin olsun ki sizin de bildiğiniz gibi bizler bu yere bozgunculuk için gelmedik. Ve biz hırsız da değiliz.” demişlerdi.


قَالُوا فَمَا جَزَٓاؤُ۬هُٓ اِنْ كُنْتُمْ كَاذِب۪ينَ 74

74. “Peki, yalan söylüyorsanız nedir onun cezası?” demişlerdi.


قَالُوا جَزَٓاؤُ۬هُ مَنْ وُجِدَ ف۪ي رَحْلِه۪ فَهُوَ جَزَٓاؤُ۬هُۜ كَذٰلِكَ نَجْزِي الظَّالِم۪ينَ 75

75. “Cezası, kimde bulunursa (çaldığına karşılık) o alıkonulur. Biz (Yakub’un şeriatında) zalimleri böyle cezalandırırız.” demişlerdi.


فَبَدَاَ بِاَوْعِيَتِهِمْ قَبْلَ وِعَٓاءِ اَخ۪يهِ ثُمَّ اسْتَخْرَجَهَا مِنْ وِعَٓاءِ اَخ۪يهِۜ كَذٰلِكَ كِدْنَا لِيُوسُفَۜ مَا كَانَ لِيَأْخُذَ اَخَاهُ ف۪ي د۪ينِ الْمَلِكِ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُۜ نَرْفَعُ دَرَجَاتٍ مَنْ نَشَٓاءُۜ وَفَوْقَ كُلِّ ذ۪ي عِلْمٍ عَل۪يمٌ 76

76. Kardeşinin yükünden önce onların yüklerini aramaya başladı. Sonra (su kabını) kardeşinin yükünden çıkardı. İşte biz, Yusuf’a böyle bir yanıltıcı oyun hazırladık. Allah’ın dilemesi hariç, Kralın dinine (yani yürürlükte olan yasalara) göre kardeşini tutuklaması söz konusu dahi değildi. Biz dilediğimizin derecelerini yükseltiriz. Her bilenin üzerinde daha iyi bilen biri vardır mutlaka.

Allah (cc), Kral’ın anayasa ve yasalarına “din” demiştir. Çünkü “din” kelimesinin anlamlarından biri de birey ve toplum hayatını düzenleyen kural ve yasalar bütünüdür. Mümin, hangi yasaya göre hayatını düzenlediğine ve hangi yasa için oy kullanıp onay verdiğine dikkat etmelidir. Çünkü onay verdiği ve hayatını kendisi ile düzene soktuğu her yasa, onun dinidir. Allah (cc) katında, tüm ilkeleri âlemlerin Rabbi tarafından belirlenmiş İslam dini ve yasaları dışında hiçbir din ve yasa geçerli değildir.

Beşerî ideolojilerin tamamı, hâkimiyet ve yasama hakkı konusunda Allah’la çekişen birer dindirler. Bu beşerî dinler arasında en tehlikeli olanı, hiç şüphesiz demokrasidir. Zira demokrasi, süslü sloganlar ve içi boş söylemlerle insanları zayıf noktalarından yakalamakta, kendilerini yönettikleri vehmiyle kalabalıkları büyülemektedir. Bundan daha tehlikeli olanı ise, İslam’a müntesip siyasilerin, İslam’la temelden ayrılan ve uzlaşması mümkün olmayan demokrasiyi Yusuf (as) ile meşrulaştırma çabalarıdır.

Siyasiler, Yusuf’un (as) Kralın yanında bakanlık yaptığını öne sürerek, bugünün muvahhidlerinin de demokratik düzenler içinde yer alabileceğini iddia etmektedirler. Oysa ayetten anlaşıldığı üzere Yusuf (as), Kralın kurallarına göre değil, Yakub’un (as) şeriatına göre işlerini düzenlemekteydi. Allah (cc) surenin 56. ayetinde bu gerçeğe işaret etmiş ve Yusuf’un (as) Mısır’da dilediği gibi hareket ettiği bir iktidara sahip olduğunu belirtmiştir. Bugünün demokratları şahsi odalarında dahi anayasa ve yasaların görev/yetki/talimatları dışına çıkamamaktalardır.

Yusuf (as) tarihte iki iftiraya uğramıştır. Biri, iffetine yönelik kadınların iftirası, diğeri dinine yönelik demokratların iftiralarıdır. Hiç şüphesiz ikincisi, vahameti ve ahiretteki sonuçları açısından çok daha çirkin ve kabul edilemezdir.


قَالُٓوا اِنْ يَسْرِقْ فَقَدْ سَرَقَ اَخٌ لَهُ مِنْ قَبْلُۚ فَاَسَرَّهَا يُوسُفُ ف۪ي نَفْسِه۪ وَلَمْ يُبْدِهَا لَهُمْ قَالَ اَنْتُمْ شَرٌّ مَكَانًاۚ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا تَصِفُونَ 77

77. Demişlerdi ki: “Şayet çalmışsa (normaldir). Bundan önce kardeşi (Yusuf) da hırsızlık yapmıştı.” (Bu sözleri duyan) Yusuf (söylemek istediklerini) içinde tutmuş (duygularını) onlara açık etmemişti. (İçinden) demişti ki: “Sizin durumunuz çok daha kötü! Allah söylediğiniz şeyin mahiyetini en iyi bilendir.”


قَالُوا يَٓا اَيُّهَا الْعَز۪يزُ اِنَّ لَهُٓ اَبًا شَيْخًا كَب۪يرًا فَخُذْ اَحَدَنَا مَكَانَهُۚ اِنَّا نَرٰيكَ مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ 78

78. Demişlerdi ki: “Ey Aziz! Şüphesiz ki onun çok yaşlı bir babası vardır. Bizden birini onun yerine alıkoy. Biz seni iyilik ehlinden biri olarak görüyoruz.”


قَالَ مَعَاذَ اللّٰهِ اَنْ نَأْخُذَ اِلَّا مَنْ وَجَدْنَا مَتَاعَنَا عِنْدَهُٓۙ اِنَّٓا اِذًا لَظَالِمُونَ۟ 79

79. Demişti ki: “Eşyamızı yanında bulduğumuzdan başkasını alıkoymaktan Allah’a sığınırız. Hiç şüphesiz, o takdirde zalimlerden oluruz.”


فَلَمَّا اسْتَيْـَٔسُوا مِنْهُ خَلَصُوا نَجِيًّاۜ قَالَ كَب۪يرُهُمْ اَلَمْ تَعْلَمُٓوا اَنَّ اَبَاكُمْ قَدْ اَخَذَ عَلَيْكُمْ مَوْثِقًا مِنَ اللّٰهِ وَمِنْ قَبْلُ مَا فَرَّطْتُمْ ف۪ي يُوسُفَۚ فَلَنْ اَبْرَحَ الْاَرْضَ حَتّٰى يَأْذَنَ ل۪ٓي اَب۪ٓي اَوْ يَحْكُمَ اللّٰهُ ل۪يۚ وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِم۪ينَ 80

80. (Yusuf’un, kardeşlerini bırakmasından) umut kestiklerinde, bir kenarda fısıldaşmaya başladılar. Büyük olanları dedi ki: “Babanızın sizden Allah adına söz aldığını ve bundan önce de Yusuf hakkındaki kusurunuzu bilmiyor musunuz? (Şunu da bilin ki) Babam bana izin verinceye ya da Allah hakkımda hükmünü verinceye kadar buradan bir yere ayrılmayacağım. O, hükmedenlerin en hayırlısıdır.”


اِرْجِعُٓوا اِلٰٓى اَب۪يكُمْ فَقُولُوا يَٓا اَبَانَٓا اِنَّ ابْنَكَ سَرَقَۚ وَمَا شَهِدْنَٓا اِلَّا بِمَا عَلِمْنَا وَمَا كُنَّا لِلْغَيْبِ حَافِظ۪ينَ 81

81. Babanıza dönün ve deyin ki: “Babamız! Muhakkak ki senin oğlun hırsızlık yaptı. Biz ancak bildiğimize tanıklık ediyoruz. (Olayların perde arkasını bilen) gaybın koruyucuları değiliz.”


وَسْـَٔلِ الْقَرْيَةَ الَّت۪ي كُنَّا ف۪يهَا وَالْع۪يرَ الَّت۪ٓي اَقْبَلْنَا ف۪يهَاۜ وَاِنَّا لَصَادِقُونَ 82

82. “(İstersen) içinde bulunduğumuz şehir halkına veya kendisiyle geldiğimiz kervana sor. Şüphesiz ki bizler, doğru söylemekteyiz.”


قَالَ بَلْ سَوَّلَتْ لَكُمْ اَنْفُسُكُمْ اَمْرًاۜ فَصَبْرٌ جَم۪يلٌۜ عَسَى اللّٰهُ اَنْ يَأْتِيَن۪ي بِهِمْ جَم۪يعًاۜ اِنَّهُ هُوَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ 83

83. Demişti ki: “(Hayır, öyle değil!) Bilakis nefsiniz (bu) işi size süslü gösterdi. (Bana düşen) güzel bir sabırdır. Umulur ki Rabbim, hepsini birden bana getirir. Şüphesiz ki O, (her şeyi bilen) El-Alîm, (hüküm ve hikmet sahibi olan) El-Hakîm’dir.”


وَتَوَلّٰى عَنْهُمْ وَقَالَ يَٓا اَسَفٰى عَلٰى يُوسُفَ وَابْيَضَّتْ عَيْنَاهُ مِنَ الْحُزْنِ فَهُوَ كَظ۪يمٌ 84

84. Onlara sırtını döndü ve: “Ah! Şu Yusuf’a karşı bitmeyen çilem!” dedi. Gözlerine üzüntüden dolayı ak düştü. (Neredeyse görmeyecek hâle geldi) ve o (üzüntüsünü) içine atar bir hâldeydi.


قَالُوا تَاللّٰهِ تَفْتَؤُ۬ا تَذْكُرُ يُوسُفَ حَتّٰى تَكُونَ حَرَضًا اَوْ تَكُونَ مِنَ الْهَالِك۪ينَ 85

85. Demişlerdi ki: “Allah’a yemin olsun ki (sana hayret ediyoruz). Hâlâ Yusuf’u anıyorsun. Sonunda ya derdinden yatağa düşecek ya da helak olacaksın.”


قَالَ اِنَّمَٓا اَشْكُوا بَثّ۪ي وَحُزْن۪ٓي اِلَى اللّٰهِ وَاَعْلَمُ مِنَ اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ 86

86. Demişti ki: “Ben derdimi ve hüznümü/tasamı yalnızca Allah’a şikâyet ediyorum. Ve ben Allah’tan (gelen vahiy sayesinde) sizin bilmediklerinizi biliyorum.”


يَا بَنِيَّ اذْهَبُوا فَتَحَسَّسُوا مِنْ يُوسُفَ وَاَخ۪يهِ وَلَا تَا۬يْـَٔسُوا مِنْ رَوْحِ اللّٰهِۜ اِنَّهُ لَا يَا۬يْـَٔسُ مِنْ رَوْحِ اللّٰهِ اِلَّا الْقَوْمُ الْكَافِرُونَ 87

87. “Ey oğullarım! Gidin, Yusuf ve kardeşi hakkında kapsamlı bir araştırma yapın. Allah’ın rahmetinden/yardımından ümit kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez.”


فَلَمَّا دَخَلُوا عَلَيْهِ قَالُوا يَٓا اَيُّهَا الْعَز۪يزُ مَسَّنَا وَاَهْلَنَا الضُّرُّ وَجِئْنَا بِبِضَاعَةٍ مُزْجٰيةٍ فَاَوْفِ لَنَا الْكَيْلَ وَتَصَدَّقْ عَلَيْنَاۜ اِنَّ اللّٰهَ يَجْزِي الْمُتَصَدِّق۪ينَ 88

88. (Yusuf’un) huzuruna geldiklerinde şöyle demişlerdi: “Ey Aziz! Bize ve ailemize şiddetli bir sıkıntı dokundu. Pek de kıymetli olmayan bir bedelle sana geldik. (Paramız yetmese de sen ihsanda bulun) yiyeceği tam ölçekle ver ve bize tasaddukta bulun. Şüphesiz ki Allah, sadaka verenleri mükâfatlandırır.”


قَالَ هَلْ عَلِمْتُمْ مَا فَعَلْتُمْ بِيُوسُفَ وَاَخ۪يهِ اِذْ اَنْتُمْ جَاهِلُونَ 89

89. Demişti ki: “Cahil olduğunuz zamanlarda Yusuf’a ve kardeşine yaptıklarınızı hatırladınız mı?”


قَالُٓوا ءَاِنَّكَ لَاَنْتَ يُوسُفُۜ قَالَ اَنَا۬ يُوسُفُ وَهٰذَٓا اَخ۪يۘ قَدْ مَنَّ اللّٰهُ عَلَيْنَاۜ اِنَّهُ مَنْ يَتَّقِ وَيَصْبِرْ فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَ 90

90. “Şüphesiz sen, (evet,) gerçekten sen Yusuf’sun öyle mi?” demişlerdi. Demişti ki: “Ben Yusuf’um, bu da kardeşimdir. Allah bize iyilikte bulundu. Hiç şüphesiz, kim sakınıp korkar ve sabrederse Allah muhsinlerin/kulluğunu en güzel şekilde yapmaya çalışanların ecrini zayi etmez.”


قَالُوا تَاللّٰهِ لَقَدْ اٰثَرَكَ اللّٰهُ عَلَيْنَا وَاِنْ كُنَّا لَخَاطِـ۪ٔينَ 91

91. Demişlerdi ki: “Allah’a yemin olsun ki; Allah seni seçip bize üstün kıldı ve bizler gerçekten hatalı/günahkâr idik.”


قَالَ لَا تَثْر۪يبَ عَلَيْكُمُ الْيَوْمَۜ يَغْفِرُ اللّٰهُ لَكُمْۘ وَهُوَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَ 92

92. Demişti ki: “Bugün size kınama yoktur. Allah sizin günahınızı bağışlayacaktır. O merhametlilerin en merhametlisidir.”


اِذْهَبُوا بِقَم۪يص۪ي هٰذَا فَاَلْقُوهُ عَلٰى وَجْهِ اَب۪ي يَأْتِ بَص۪يرًاۚ وَأْتُون۪ي بِاَهْلِكُمْ اَجْمَع۪ينَ۟ 93

93. “Alın bu gömleğimi ve babama gidin. Onun yüzüne sürün. Gözleri görür hâle gelecektir. Tüm ailenizi alıp bana getirin.”


وَلَمَّا فَصَلَتِ الْع۪يرُ قَالَ اَبُوهُمْ اِنّ۪ي لَاَجِدُ ر۪يحَ يُوسُفَ لَوْلَٓا اَنْ تُفَنِّدُونِ 94

94. Kafile (Mısır’dan) ayrılınca babaları (yanında olanlara): “Benim bunak olduğumu söylemeyeceğinizi bilsem, kesinlikle Yusuf’un kokusunu duyuyorum (diyeceğim).” dedi.


قَالُوا تَاللّٰهِ اِنَّكَ لَف۪ي ضَلَالِكَ الْقَد۪يمِ 95

95. Demişlerdi ki: “Allah’a yemin olsun ki; hâlâ eski yanlışının içindesin.”


فَلَمَّٓا اَنْ جَٓاءَ الْبَش۪يرُ اَلْقٰيهُ عَلٰى وَجْهِه۪ فَارْتَدَّ بَص۪يرًاۚ قَالَ اَلَمْ اَقُلْ لَكُمْ اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ مِنَ اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ 96

96. Müjdeci (önden) gelip gömleği yüzüne sürünce eskisi gibi görmeye başladı ve: “Ben, size ‘Allah’tan (gelen vahiy nedeniyle) sizin bilmediklerinizi biliyorum.’ dememiş miydim?” dedi.


قَالُوا يَٓا اَبَانَا اسْتَغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَٓا اِنَّا كُنَّا خَاطِـ۪ٔينَ 97

97. Demişlerdi ki: “Ey babamız! Bizim günahlarımız için (Allah’tan) bağışlanma talebinde bulun. Şüphesiz ki biz, hata edenlerdik.”


قَالَ سَوْفَ اَسْتَغْفِرُ لَكُمْ رَبّ۪يۜ اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ 98

98. Demişti ki: “İleride sizin için Rabbimden bağışlanma talep edeceğim. Şüphesiz ki O, (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) El-Ğafûr, (kullarına karşı merhametli) Er-Rahîm olanın ta kendisidir.”


فَلَمَّا دَخَلُوا عَلٰى يُوسُفَ اٰوٰٓى اِلَيْهِ اَبَوَيْهِ وَقَالَ ادْخُلُوا مِصْرَ اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ اٰمِن۪ينَۜ 99

99. Yusuf’un huzuruna girdiklerinde, ebeveynini bağrına bastı ve “Allah’ın izniyle Mısır’a güven içinde girin.” dedi.


وَرَفَعَ اَبَوَيْهِ عَلَى الْعَرْشِ وَخَرُّوا لَهُ سُجَّدًاۚ وَقَالَ يَٓا اَبَتِ هٰذَا تَأْو۪يلُ رُءْيَايَ مِنْ قَبْلُۘ قَدْ جَعَلَهَا رَبّ۪ي حَقًّاۜ وَقَدْ اَحْسَنَ ب۪ٓي اِذْ اَخْرَجَن۪ي مِنَ السِّجْنِ وَجَٓاءَ بِكُمْ مِنَ الْبَدْوِ مِنْ بَعْدِ اَنْ نَزَغَ الشَّيْطَانُ بَيْن۪ي وَبَيْنَ اِخْوَت۪يۜ اِنَّ رَبّ۪ي لَط۪يفٌ لِمَا يَشَٓاءُۜ اِنَّهُ هُوَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ 100

100. Ebeveynini tahtın üzerine çıkarttı/oturttu. (Hepsi) ona secde ettiler/saygıyla selamladılar. Dedi ki: “Babacığım! İşte bu, benim daha önce gördüğüm rüyamın tevili/gerçekleşmesidir. Rabbim onu gerçek çıkardı. Şüphesiz ki beni zindandan çıkardığında ve şeytan, kardeşlerimle aramı bozduktan sonra sizleri çölden getirdiğinde bana iyilikte bulundu. Şüphesiz ki Rabbim, dilediği şeyi incelikle (sebeplerini hazırlayıp lütfu ve kuşatıcı bilgisiyle) sonuca ulaştırandır. Şüphesiz ki O, (her şeyi bilen) El-Alîm, (hüküm ve hikmet sahibi) El-Hakîm olanın ta kendisidir.”


رَبِّ قَدْ اٰتَيْتَن۪ي مِنَ الْمُلْكِ وَعَلَّمْتَن۪ي مِنْ تَأْو۪يلِ الْاَحَاد۪يثِۚ فَاطِرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ اَنْتَ وَلِيّ۪ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۚ تَوَفَّن۪ي مُسْلِمًا وَاَلْحِقْن۪ي بِالصَّالِح۪ينَ 101

101. “Rabbim! Hiç şüphesiz bana mülk/yetki verdin ve bana rüya tabirini öğrettin. Ey göklerin ve yerin yaratıcısı! Sen dünyada da ahirette de benim velimsin/dostumsun! Benim canımı Müslim/şirki terk ederek tevhidle Allah’a yönelen bir kul olarak al ve beni salihler zümresine dâhil et.”


ذٰلِكَ مِنْ اَنْبَٓاءِ الْغَيْبِ نُوح۪يهِ اِلَيْكَۚ وَمَا كُنْتَ لَدَيْهِمْ اِذْ اَجْمَعُٓوا اَمْرَهُمْ وَهُمْ يَمْكُرُونَ 102

102. Bu, sana vahyettiğimiz gaybın haberlerindendir. Yoksa onlar, tuzaklarını planlamak için toplandıklarında, sen onların yanında değildin.


وَمَٓا اَكْثَرُ النَّاسِ وَلَوْ حَرَصْتَ بِمُؤْمِن۪ينَ 103

103. Sen aşırı bir şekilde arzulayıp çaba göstersen de insanların çoğu iman edecek değildir.

Allah’ın (cc) çoğunluk ve azınlık hakkında söyledikleri için bk. 11/Hûd, 40


وَمَا تَسْـَٔلُهُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍۜ اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ لِلْعَالَم۪ينَ۟ 104

104. (Davetin karşılığında) onlardan bir ücret de talep etmiyorsun. O, yalnızca âlemlere bir öğüttür.


وَكَاَيِّنْ مِنْ اٰيَةٍ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ يَمُرُّونَ عَلَيْهَا وَهُمْ عَنْهَا مُعْرِضُونَ 105

105. Göklerde ve yerde (Allah’ın birliğine ve şanının yüceliğine delalet eden) nice ayet vardır. O ayetlerin yanından ilgisizce/sırt dönerek geçip giderler.


وَمَا يُؤْمِنُ اَكْثَرُهُمْ بِاللّٰهِ اِلَّا وَهُمْ مُشْرِكُونَ 106

106. Onların birçoğu Allah’a şirk koşmadan iman etmezler.

Abdullah b. Abbas (ra): “Onların imanından kasıt: Onlardan birine: ‘Gökleri, yeri, dağları kim yarattı?’ denildiğinde, ‘Allah!’ demeleridir. Bununla birlikte O’na ortak koşmaktalardır.” demiştir. (Taberi, 19954) Ayrıca geniş açıklama için bk. 23/Mü’minûn, 84-90


اَفَاَمِنُٓوا اَنْ تَأْتِيَهُمْ غَاشِيَةٌ مِنْ عَذَابِ اللّٰهِ اَوْ تَأْتِيَهُمُ السَّاعَةُ بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ 107

107. Yoksa onlar, Allah’ın onları bürüyüp kuşatacak azabından ve kıyametin, onlar farkında değilken ansızın gelivermesinden emin mi oldular?


قُلْ هٰذِه۪ سَب۪يل۪ٓي اَدْعُٓوا اِلَى اللّٰهِ عَلٰى بَص۪يرَةٍ اَنَا۬ وَمَنِ اتَّبَعَن۪يۜ وَسُبْحَانَ اللّٰهِ وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ 108

108. De ki: “İşte bu, benim (biricik) yolumdur. Ben ve bana tabi olanlar (neye, niçin ve nasıl olacağını bilerek, programlı ve düzen içinde) basiret üzere Allah’a davet ediyorum/ediyoruz. Allah’ı tenzih ederim. Ben müşriklerden değilim.”

Ayet, nebevi metoda uygun davetin ana esaslarını ortaya koymuştur:

a. Davet yalnızca Allah’adır.

b. Sadece resûller değil, onlara tabi olanlar da davetle yükümlüdür.

c. Davet rastgele, amaçsız ve programsız olmayıp basiret üzere yapılan bir eylemdir.

d. Davetin neticesinde, Allah’ın (cc) tüm eksiklerden münezzeh olduğu, müminlerin Allah’a (cc) şirk koşmadıkları ve müşrik toplumdan berî olduklarının ortaya çıkması gerekir. Bu özelliklere sahip olmayan hiçbir davet nebevi değildir.


وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ اِلَّا رِجَالًا نُوح۪ٓي اِلَيْهِمْ مِنْ اَهْلِ الْقُرٰىۜ اَفَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ وَلَدَارُ الْاٰخِرَةِ خَيْرٌ لِلَّذ۪ينَ اتَّقَوْاۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ 109

109. Senden önce kendilerine vahyettiğimiz şehir ahalisinden, erkeklerden başkasını (resûl olarak) göndermedik. Kendilerinden önce (yaşayanların) akıbetini görmek için, yeryüzünde gezip dolaşmazlar mı? Hiç şüphesiz ahiret yurdu, (Allah’tan) korkup sakınanlar için daha hayırlıdır. Akletmez misiniz?


حَتّٰٓى اِذَا اسْتَيْـَٔسَ الرُّسُلُ وَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ قَدْ كُذِبُوا جَٓاءَهُمْ نَصْرُنَاۙ فَنُجِّيَ مَنْ نَشَٓاءُۜ وَلَا يُرَدُّ بَأْسُنَا عَنِ الْقَوْمِ الْمُجْرِم۪ينَ 110

110. Artık elçiler ümitlerini kesip, yalanlandıklarını sandıklarında, yardımımız onlara gelmiş ve dilediklerimiz kurtarılmıştı. Azabımız, günahkâr topluluktan geri çevrilmez.


لَقَدْ كَانَ ف۪ي قَصَصِهِمْ عِبْرَةٌ لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِۜ مَا كَانَ حَد۪يثًا يُفْتَرٰى وَلٰكِنْ تَصْد۪يقَ الَّذ۪ي بَيْنَ يَدَيْهِ وَتَفْص۪يلَ كُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ 111

111. Andolsun ki onların kıssalarında, akıl sahipleri için ibretler vardır. (Bu Kur’ân) öyle uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat kendinden önceki (Kitapları) doğrulayıcı, her şeyi detaylı açıklayan, mümin topluluk için de hidayet ve rahmettir.


Hûd Suresi Ra'd Suresi