Türkçe
Kurdî

Meryem Suresi

(Bu sure Mekke’de indirilmiş olup 98 ayettir.)

Er-Rahmân ve Er-Rahîm olan Allah’ın adıyla (okumaya başlıyorum.)





كٓهٰيٰعٓصٓۜ 1

1. Kâf, Hâ, Yâ, Ayn, Sâd.


ذِكْرُ رَحْمَتِ رَبِّكَ عَبْدَهُ زَكَرِيَّاۚ 2

2. (Okunacak olan ayetler) Rabbinin, kulu Zekeriyya’ya olan rahmetinin anılmasıdır.


اِذْ نَادٰى رَبَّهُ نِدَٓاءً خَفِيًّا 3

3. Hani o, Rabbine gizlice seslenmişti.


قَالَ رَبِّ اِنّ۪ي وَهَنَ الْعَظْمُ مِنّ۪ي وَاشْتَعَلَ الرَّأْسُ شَيْبًا وَلَمْ اَكُنْ بِدُعَٓائِكَ رَبِّ شَقِيًّا 4

4. Demişti ki: “Rabbim! Kemiklerim zayıfladı, saçlarım bembeyaz oldu. Sana dua etmem nedeniyle hiç mutsuz/bedbaht olmadım. (Her ne zaman dua ettiysem icabet ettin.)”


وَاِنّ۪ي خِفْتُ الْمَوَالِيَ مِنْ وَرَٓاء۪ي وَكَانَتِ امْرَاَت۪ي عَاقِرًا فَهَبْ ل۪ي مِنْ لَدُنْكَ وَلِيًّاۚ 5

5. “Şüphesiz ki ben, arkamda bırakacağım akrabalarım için korkuyorum. Hem eşim de kısır bir kadındır. Bana katından bir ‘veli’ (nübüvvete vâris olacak bir evlat) ihsan et.”


يَرِثُن۪ي وَيَرِثُ مِنْ اٰلِ يَعْقُوبَۗ وَاجْعَلْهُ رَبِّ رَضِيًّا 6

6. “Benim ve Yakub ailesinin (geride bıraktığı ilim ve hikmete) mirasçı olur. Rabbim! Onu razı olduklarından eyle.”


يَا زَكَرِيَّٓا اِنَّا نُبَشِّرُكَ بِغُلَامٍۨ اسْمُهُ يَحْيٰىۙ لَمْ نَجْعَلْ لَهُ مِنْ قَبْلُ سَمِيًّا 7

7. “Ey Zekeriyya! Biz seni, ismi Yahya olan bir çocukla müjdeliyoruz. Daha önce kimseyi ona adaş yapmadık.”


قَالَ رَبِّ اَنّٰى يَكُونُ ل۪ي غُلَامٌ وَكَانَتِ امْرَاَت۪ي عَاقِرًا وَقَدْ بَلَغْتُ مِنَ الْكِبَرِ عِتِيًّا 8

8. Demişti ki: “Rabbim! Eşim kısır, bense yaşlılığın son demindeyken, bir çocuğum nasıl olabilir ki?”


قَالَ كَذٰلِكَۚ قَالَ رَبُّكَ هُوَ عَلَيَّ هَيِّنٌ وَقَدْ خَلَقْتُكَ مِنْ قَبْلُ وَلَمْ تَكُ شَيْـًٔا 9

9. (Melek demişti ki:) “İşte böyle!” Rabbin buyurdu ki: “O, benim için çok kolaydır. Hem bundan önce, sen hiçbir şey değilken seni yaratmıştım. (Unuttun mu?)”


قَالَ رَبِّ اجْعَلْ ل۪ٓي اٰيَةًۜ قَالَ اٰيَتُكَ اَلَّا تُكَلِّمَ النَّاسَ ثَلٰثَ لَيَالٍ سَوِيًّا 10

10. Demişti ki: “Rabbim! (Vadettiğinin gerçekleşeceğine dair, gönlümü yatıştıracak) bir ayet/alamet ver bana.” Demişti ki: “Sıhhatli olmana rağmen üç gün boyunca insanlarla konuşamaman senin alametindir.”


فَخَرَجَ عَلٰى قَوْمِه۪ مِنَ الْمِحْرَابِ فَاَوْحٰٓى اِلَيْهِمْ اَنْ سَبِّحُوا بُكْرَةً وَعَشِيًّا 11

11. Mihraptan çıkıp kavminin yanına gelmiş ve: “Sabah akşam (Allah’ı) tesbih edin.” diye işaret etmişti.


يَا يَحْيٰى خُذِ الْكِتَابَ بِقُوَّةٍۜ وَاٰتَيْنَاهُ الْحُكْمَ صَبِيًّاۙ 12

12. “Yahya! Kitab’ı kuvvetle al.” (dedik.) Biz, ona henüz çocukken hüküm/hikmet verdik.


وَحَنَانًا مِنْ لَدُنَّا وَزَكٰوةًۜ وَكَانَ تَقِيًّاۙ 13

13. Tarafımızdan ona incelik/merhamet/şefkat ve arınmışlık (verdik). O, takvalı biriydi.


وَبَرًّا بِوَالِدَيْهِ وَلَمْ يَكُنْ جَبَّارًا عَصِيًّا 14

14. Anne babasına iyilik yapardı, onlara karşı zorba ve isyankâr değildi.


وَسَلَامٌ عَلَيْهِ يَوْمَ وُلِدَ وَيَوْمَ يَمُوتُ وَيَوْمَ يُبْعَثُ حَيًّا۟ 15

15. Doğduğu gün de öleceği gün de ve yeniden diriltileceği gün de ona selam olsun.


وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ مَرْيَمَۢ اِذِ انْتَبَذَتْ مِنْ اَهْلِهَا مَكَانًا شَرْقِيًّاۙ 16

16. Kitap’ta Meryem’i de an! Hani o, ailesinden uzaklaşıp doğu tarafına gitmişti.


فَاتَّخَذَتْ مِنْ دُونِهِمْ حِجَابًا فَاَرْسَلْنَٓا اِلَيْهَا رُوحَنَا فَتَمَثَّلَ لَهَا بَشَرًا سَوِيًّا 17

17. Onların (kendisini görmesine engel olacak) bir perde çekmişti. Biz de ona ruhumuzu (Cibril’i) göndermiştik. Ona düzgün/her şeyi yerli yerinde bir insan suretinde görünmüştü.


قَالَتْ اِنّ۪ٓي اَعُوذُ بِالرَّحْمٰنِ مِنْكَ اِنْ كُنْتَ تَقِيًّا 18

18. (Meryem) demişti ki: “Şayet takva sahibi biriysen (bana kötülük etme). Senden, Er-Rahmân’a sığınırım.”


قَالَ اِنَّمَٓا اَنَا۬ رَسُولُ رَبِّكِۗ لِاَهَبَ لَكِ غُلَامًا زَكِيًّا 19

19. (Cibril) demişti ki: “Ben, yalnızca Rabbinin elçisiyim. Sana tertemiz bir evlat vermek için (buradayım).”


قَالَتْ اَنّٰى يَكُونُ ل۪ي غُلَامٌ وَلَمْ يَمْسَسْن۪ي بَشَرٌ وَلَمْ اَكُ بَغِيًّا 20

20. Demişti ki: “Bana insan (eli) değmemişken ve ben de kötü yolda olan bir kadın değilken, (aklım almıyor) bir çocuğum nasıl olacak ki?”


قَالَ كَذٰلِكِۚ قَالَ رَبُّكِ هُوَ عَلَيَّ هَيِّنٌۚ وَلِنَجْعَلَهُٓ اٰيَةً لِلنَّاسِ وَرَحْمَةً مِنَّاۚ وَكَانَ اَمْرًا مَقْضِيًّا 21

21. (Cibril:) “İşte böyle!” demişti. “Rabbin: ‘Bu, benim için kolaydır.’ dedi.” (Bu çocuk) insanlara bir ayet ve bizden bir rahmet olması içindir. Ve iş karara bağlanmış, bitmişti.


فَحَمَلَتْهُ فَانْتَبَذَتْ بِه۪ مَكَانًا قَصِيًّا 22

22. (Bunun üzerine) ona hamile kaldı. Ve onunla beraber uzak/ıssız bir yere gitti.


فَاَجَٓاءَهَا الْمَخَاضُ اِلٰى جِذْعِ النَّخْلَةِۚ قَالَتْ يَا لَيْتَن۪ي مِتُّ قَبْلَ هٰذَا وَكُنْتُ نَسْيًا مَنْسِيًّا 23

23. Doğum sancıları onu bir hurma ağacına yaslanmaya zorlamış ve “Keşke!” demişti, “Bundan önce ölseydim de tamamen unutulup gitseydim.”


فَنَادٰيهَا مِنْ تَحْتِهَٓا اَلَّا تَحْزَن۪ي قَدْ جَعَلَ رَبُّكِ تَحْتَكِ سَرِيًّا 24

24. (Biri) altından ona seslenmiş ve demişti ki: “Üzülme! Rabbin altında bir ırmak kıldı.”


وَهُزّ۪ٓي اِلَيْكِ بِجِذْعِ النَّخْلَةِ تُسَاقِطْ عَلَيْكِ رُطَبًا جَنِيًّاۘ 25

25. “Hurma dalını kendine doğru silkele! Üzerine yeni çıkmış taze hurmalar dökülüversin.”


فَكُل۪ي وَاشْرَب۪ي وَقَرّ۪ي عَيْنًاۚ فَاِمَّا تَرَيِنَّ مِنَ الْبَشَرِ اَحَدًاۙ فَقُول۪ٓي اِنّ۪ي نَذَرْتُ لِلرَّحْمٰنِ صَوْمًا فَلَنْ اُكَلِّمَ الْيَوْمَ اِنْسِيًّاۚ 26

26. “Artık ye, iç ve gözün aydın/için ferah olsun. Şayet insanlardan birini görürsen de ki: ‘Benim Er-Rahmân’a (konuşma) orucu adağım var. Bugün hiçbir insanla konuşmayacağım.’ ”


فَاَتَتْ بِه۪ قَوْمَهَا تَحْمِلُهُۜ قَالُوا يَا مَرْيَمُ لَقَدْ جِئْتِ شَيْـًٔا فَرِيًّا 27

27. Onu taşıyarak kavmine getirdi. Demişlerdi ki: “Ey Meryem! Andolsun ki sen, çok büyük (hayret verici) bir iş yaptın.”


يَٓا اُخْتَ هٰرُونَ مَا كَانَ اَبُوكِ امْرَاَ سَوْءٍ وَمَا كَانَتْ اُمُّكِ بَغِيًّاۚ 28

28. “Ey Harun’un kardeşi! Senin baban kötü bir adam değildi, annen de (zinayı meslek edinmiş) bir kadın değildi.”


فَاَشَارَتْ اِلَيْهِ۠ قَالُوا كَيْفَ نُكَلِّمُ مَنْ كَانَ فِي الْمَهْدِ صَبِيًّا 29

29. (Çocuğa) işaret etti. Dediler ki: “Henüz beşikte olan bir bebekle nasıl konuşuruz?”


قَالَ اِنّ۪ي عَبْدُ اللّٰهِ۠ اٰتَانِيَ الْكِتَابَ وَجَعَلَن۪ي نَبِيًّاۙ 30

30. (Çocuk dile geldi ve) dedi ki: “Şüphesiz ki ben, Allah’ın kuluyum. Bana Kitab’ı verdi ve beni bir nebi kıldı.”


وَجَعَلَن۪ي مُبَارَكًا اَيْنَ مَا كُنْتُۖ وَاَوْصَان۪ي بِالصَّلٰوةِ وَالزَّكٰوةِ مَا دُمْتُ حَيًّاۖ 31

31. “Nerede olursam olayım beni mübarek kıldı. Yaşadığım müddetçe bana, namazı ve zekâtı emretti.”


وَبَرًّا بِوَالِدَت۪يۘ وَلَمْ يَجْعَلْن۪ي جَبَّارًا شَقِيًّا 32

32. “(Beni,) anneme karşı iyilik yapan bir evlat kıldı. Ve beni, (ona karşı) zorba ve bedbaht kılmadı.”


وَالسَّلَامُ عَلَيَّ يَوْمَ وُلِدْتُ وَيَوْمَ اَمُوتُ وَيَوْمَ اُبْعَثُ حَيًّا 33

33. “Doğduğum gün, öleceğim gün ve diriltileceğim gün selam benim üzerimedir.”


ذٰلِكَ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَۚ قَوْلَ الْحَقِّ الَّذ۪ي ف۪يهِ يَمْتَرُونَ 34

34. İşte, hakkında şüpheye düştükleri/tartışıp durdukları Meryem oğlu İsa! (Onun hakkındaki) hak söz budur.


مَا كَانَ لِلّٰهِ اَنْ يَتَّخِذَ مِنْ وَلَدٍۙ سُبْحَانَهُۜ اِذَا قَضٰٓى اَمْرًا فَاِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُنْ فَيَكُونُۜ 35

35. Allah’ın çocuk edinmesi olacak şey değildir. O, (tüm eksikliklerden) münezzehtir. Bir işe (olması için) hükmettiğinde yalnızca “Ol!” der, o da oluverir. (Bir şeyin gerçekleşmesi için sizin ihtiyaç duyduğunuz sebeplere Allah’ın ihtiyacı yoktur.)


وَاِنَّ اللّٰهَ رَبّ۪ي وَرَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُۜ هٰذَا صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ 36

36. (İsa demişti ki:) “Şüphesiz ki Allah, benim de Rabbim sizin de Rabbinizdir. (Öyleyse) O’na ibadet edin. Bu, dosdoğru yoldur.”


فَاخْتَلَفَ الْاَحْزَابُ مِنْ بَيْنِهِمْۚ فَوَيْلٌ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ مَشْهَدِ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ 37

37. (Buna rağmen) gruplar/fırkalar, kendi aralarında ihtilafa düştüler. Büyük günde hazır bulunacaklarından dolayı yazıklar olsun o kâfirlere.


اَسْمِعْ بِهِمْ وَاَبْصِرْۙ يَوْمَ يَأْتُونَنَاۚ لٰكِنِ الظَّالِمُونَ الْيَوْمَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ 38

38. Bize gelecekleri o gün, neler neler işitecek ve neler neler görecekler. Fakat zalimler, bugün de apaçık bir sapıklık içerisindelerdir.


وَاَنْذِرْهُمْ يَوْمَ الْحَسْرَةِ اِذْ قُضِيَ الْاَمْرُۚ وَهُمْ ف۪ي غَفْلَةٍ وَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ 39

39. İşin karara bağlanıp sonlanacağı o pişmanlık gününe dair uyar onları! Onlar gaflet içerisindedir. Onlar inanmazlar.


اِنَّا نَحْنُ نَرِثُ الْاَرْضَ وَمَنْ عَلَيْهَا وَاِلَيْنَا يُرْجَعُونَ۟ 40

40. Şüphesiz ki yeryüzüne ve üzerindekilere biz vâris olacağız. (Herkes ölecek ve onlara bahşettiklerimiz yine bize kalacak) ve bize döndürülecekler.


وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ اِبْرٰه۪يمَۜ اِنَّهُ كَانَ صِدّ۪يقًا نَبِيًّا 41

41. Kitap’ta İbrahim’i de an! O, özü sözü bir/sıddık olan bir nebiydi.


اِذْ قَالَ لِاَب۪يهِ يَٓا اَبَتِ لِمَ تَعْبُدُ مَا لَا يَسْمَعُ وَلَا يُبْصِرُ وَلَا يُغْن۪ي عَنْكَ شَيْـًٔا 42

42. Hani babasına demişti: “Babacığım! Niçin duymayan, görmeyen ve sana hiçbir faydası olmayacak şeylere ibadet ediyorsun?”


يَٓا اَبَتِ اِنّ۪ي قَدْ جَٓاءَن۪ي مِنَ الْعِلْمِ مَا لَمْ يَأْتِكَ فَاتَّبِعْن۪ٓي اَهْدِكَ صِرَاطًا سَوِيًّا 43

43. “Babacığım! Şüphesiz ki bana, sana gelmemiş olan bir ilim geldi. Bana uy ki seni dosdoğru yola ileteyim.”


يَٓا اَبَتِ لَا تَعْبُدِ الشَّيْطَانَۜ اِنَّ الشَّيْطَانَ كَانَ لِلرَّحْمٰنِ عَصِيًّا 44

44. “Babacığım! Şeytana ibadet/kulluk etme! Çünkü şeytan, Er-Rahmân’a başkaldırmıştır/asi olmuştur.”


يَٓا اَبَتِ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اَنْ يَمَسَّكَ عَذَابٌ مِنَ الرَّحْمٰنِ فَتَكُونَ لِلشَّيْطَانِ وَلِيًّا 45

45. “Babacığım! Er-Rahmân’ın azabı sana dokunur ve şeytana dost olursun diye endişeleniyorum.”


قَالَ اَرَاغِبٌ اَنْتَ عَنْ اٰلِهَت۪ي يَٓا اِبْرٰه۪يمُۚ لَئِنْ لَمْ تَنْتَهِ۬ لَاَرْجُمَنَّكَ وَاهْجُرْن۪ي مَلِيًّا 46

46. (Babası) demişti ki: “İlahlarımdan yüz mü çeviriyorsun ey İbrahim? Şayet (bu hâline) son vermezsen seni taşlarım. Uzun süre benden uzaklaş.”


قَالَ سَلَامٌ عَلَيْكَۚ سَاَسْتَغْفِرُ لَكَ رَبّ۪يۜ اِنَّهُ كَانَ ب۪ي حَفِيًّا 47

47. Demişti ki: “Selam olsun sana! Senin için Rabbimden bağışlanma dileyeceğim. Şüphesiz ki O, bana karşı (merhametli, lütufkâr ve benimle yakından ilgilenen) Hafiy’dir.”


وَاَعْتَزِلُكُمْ وَمَا تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَاَدْعُوا رَبّ۪يۘ عَسٰٓى اَلَّٓا اَكُونَ بِدُعَٓاءِ رَبّ۪ي شَقِيًّا 48

48. “Sizi ve Allah’ın dışında dua ettiklerinizi terk edip ayrılıyorum. Yalnızca Rabbime dua ediyorum. Umulur ki Rabbime yaptığım dua nedeniyle bedbaht olmam. (Rabbim duama icabet eder.)”


فَلَمَّا اعْتَزَلَهُمْ وَمَا يَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۙ وَهَبْنَا لَهُٓ اِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَۜ وَكُلًّا جَعَلْنَا نَبِيًّا 49

49. (İbrahim) onları ve Allah’ı bırakıp da ibadet ettiklerini terk edip ayrılınca ona, İshak’ı ve Yakub’u verdik. Hepsini nebi kıldık.

Tevhidi ilan etmek ve onu kabul etmeyen müşriklerden beraat, Allah’ın (cc) en fazla razı olduğu amellerdendir. Böylesi büyük amellerin mükâfatı da büyük olmaktadır. İbrahim’in (as) çocuk özlemi, şirkten ve müşriklerden beraatini ilan edip, bedenî olarak onlardan ayrılınca son bulmuştu.


وَوَهَبْنَا لَهُمْ مِنْ رَحْمَتِنَا وَجَعَلْنَا لَهُمْ لِسَانَ صِدْقٍ عَلِيًّا۟ 50

50. Onlara rahmetimizden (lütuflar) verdik. Ve onlara yüce bir doğruluk dili ihsan ettik. (Doğru sözlüdürler ve insanlar tarafından doğrulukla/övgüyle anılırlar.)


وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ مُوسٰىۘ اِنَّهُ كَانَ مُخْلَصًا وَكَانَ رَسُولًا نَبِيًّا 51

51. Kitap’ta Musa’yı da an! Şüphesiz ki o, muhlas/arındırılmış/ihlaslı kılınmış ve resûl bir nebiydi.


وَنَادَيْنَاهُ مِنْ جَانِبِ الطُّورِ الْاَيْمَنِ وَقَرَّبْنَاهُ نَجِيًّا 52

52. Ona Tur’un sağ tarafından seslendik ve onu, kendisiyle gizli konuşmak için yakınlaştırdık.


وَوَهَبْنَا لَهُ مِنْ رَحْمَتِنَٓا اَخَاهُ هٰرُونَ نَبِيًّا 53

53. Ona rahmetimizden, kardeşi Harun’u da bir nebi olarak armağan ettik.


وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ اِسْمٰع۪يلَۘ اِنَّهُ كَانَ صَادِقَ الْوَعْدِ وَكَانَ رَسُولًا نَبِيًّاۚ 54

54. Kitap’ta İsmail’i de an! O, sözünde duran ve resûl bir nebiydi.


وَكَانَ يَأْمُرُ اَهْلَهُ بِالصَّلٰوةِ وَالزَّكٰوةِۖ وَكَانَ عِنْدَ رَبِّه۪ مَرْضِيًّا 55

55. Ailesine namazı ve zekâtı emrederdi. O, Rabbinin yanında razı olunan bir kuldu.


وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ اِدْر۪يسَۘ اِنَّهُ كَانَ صِدّ۪يقًا نَبِيًّاۗ 56

56. Kitap’ta İdris’i de an! Şüphesiz ki o, özü sözü bir/sıddık olan bir nebiydi.


وَرَفَعْنَاهُ مَكَانًا عَلِيًّا 57

57. Onu yüce bir makama yükseltmiştik.


اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيّ۪نَ مِنْ ذُرِّيَّةِ اٰدَمَ وَمِمَّنْ حَمَلْنَا مَعَ نُوحٍۘ وَمِنْ ذُرِّيَّةِ اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْرَٓاء۪يلَ وَمِمَّنْ هَدَيْنَا وَاجْتَبَيْنَاۜ اِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُ الرَّحْمٰنِ خَرُّوا سُجَّدًا وَبُكِيًّا 58

58. Bunlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği Âdem’in zürriyetinden peygamberler, Nuh’la beraber (gemide) taşıdıklarımız, İbrahim ve İsrail’in soyundan olanlar ve seçip hidayet ettiklerimizdir. Onlara, Er-Rahmân’ın ayetleri okunduğunda, ağlayarak secdeye kapanırlardı.


فَخَلَفَ مِنْ بَعْدِهِمْ خَلْفٌ اَضَاعُوا الصَّلٰوةَ وَاتَّبَعُوا الشَّهَوَاتِ فَسَوْفَ يَلْقَوْنَ غَيًّاۙ 59

59. Onlardan sonra bir topluluk geldi, namazı zayi/ihmal edip şehvetlere uydular. Onlar “ğayy” (özel bir azap çeşidi) ile karşılaşacaklardır.


اِلَّا مَنْ تَابَ وَاٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَاُو۬لٰٓئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ وَلَا يُظْلَمُونَ شَيْـًٔاۙ 60

60. Tevbe eden, iman eden ve salih amel işleyenler müstesna. Bunlar, cennete girecek ve hiçbir zulme uğramayacaklardır.


جَنَّاتِ عَدْنٍۨ الَّت۪ي وَعَدَ الرَّحْمٰنُ عِبَادَهُ بِالْغَيْبِۜ اِنَّهُ كَانَ وَعْدُهُ مَأْتِيًّا 61

61. (O) Adn Cennetleri ki; Er-Rahmân kullarına gaybtan vadetmiştir. Şüphesiz ki Allah’ın vaadi yerine gelir.


لَا يَسْمَعُونَ ف۪يهَا لَغْوًا اِلَّا سَلَامًاۜ وَلَهُمْ رِزْقُهُمْ ف۪يهَا بُكْرَةً وَعَشِيًّا 62

62. Orada boş söz işitmezler. (İşitecekleri) yalnızca “selam”dır. Ve onlara, orada sabah ve akşam rızıkları vardır.


تِلْكَ الْجَنَّةُ الَّت۪ي نُورِثُ مِنْ عِبَادِنَا مَنْ كَانَ تَقِيًّا 63

63. İşte bu, kullarımızdan takvalı olanları vâris kılacağımız cennettir.


وَمَا نَتَنَزَّلُ اِلَّا بِاَمْرِ رَبِّكَۚ لَهُ مَا بَيْنَ اَيْد۪ينَا وَمَا خَلْفَنَا وَمَا بَيْنَ ذٰلِكَۚ وَمَا كَانَ رَبُّكَ نَسِيًّاۚ 64

64. Biz ancak Rabbinin emriyle/izniyle ineriz. Önümüzde, arkamızda ve bu ikisi arasında ne varsa hepsi O’na aittir. Rabbin unutan değildir.

Allah Resûlü (sav) Cibril’e (as): “Neden bizi daha fazla ziyaret etmiyorsun?” diye sorunca bu ayetler inmiştir.” (Buhari, 4731; Tirmizi, 3158)


رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا فَاعْبُدْهُ وَاصْطَبِرْ لِعِبَادَتِه۪ۜ هَلْ تَعْلَمُ لَهُ سَمِيًّا۟ 65

65. Göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbidir. O’na ibadet/kulluk yap ve ibadetinde sabırlı ol. O’nun adıyla anılan/O’na denk birini bilir misin?


وَيَقُولُ الْاِنْسَانُ ءَاِذَا مَا مِتُّ لَسَوْفَ اُخْرَجُ حَيًّا 66

66. (Allah’ın kudreti sınırsız olmasına rağmen) insan der ki: “Öldüğüm zaman mı tekrardan diriltilip çıkarılacakmışım?”


اَوَلَا يَذْكُرُ الْاِنْسَانُ اَنَّا خَلَقْنَاهُ مِنْ قَبْلُ وَلَمْ يَكُ شَيْـًٔا 67

67. İnsan düşünmez mi? Daha önce hiçbir şey değilken, hiç şüphesiz onu biz yarattık.


فَوَرَبِّكَ لَنَحْشُرَنَّهُمْ وَالشَّيَاط۪ينَ ثُمَّ لَنُحْضِرَنَّهُمْ حَوْلَ جَهَنَّمَ جِثِيًّاۚ 68

68. Rabbine yemin olsun ki, onları ve şeytanları muhakkak bir araya toplayacak ve kesinlikle onları cehennemin etrafında diz çöktürerek hazır bulunduracağız.


ثُمَّ لَنَنْزِعَنَّ مِنْ كُلِّ ش۪يعَةٍ اَيُّهُمْ اَشَدُّ عَلَى الرَّحْمٰنِ عِتِيًّاۚ 69

69. Sonra da her gruptan, Er-Rahmân’a karşı en azgın olanları ayıracağız.


ثُمَّ لَنَحْنُ اَعْلَمُ بِالَّذ۪ينَ هُمْ اَوْلٰى بِهَا صِلِيًّا 70

70. Sonra o (cehenneme) girmeye en uygun olanların kim olduğunu elbette en iyi biz biliriz.


وَاِنْ مِنْكُمْ اِلَّا وَارِدُهَاۚ كَانَ عَلٰى رَبِّكَ حَتْمًا مَقْضِيًّاۚ 71

71. İçinizden herkes mutlaka oraya uğrayacak. Bu, Rabbinin yapmayı üstlendiği kesin bir karardır.


ثُمَّ نُنَجِّي الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا وَنَذَرُ الظَّالِم۪ينَ ف۪يهَا جِثِيًّا 72

72. Sonra (Allah’tan) korkup sakınanları kurtarırız. Ve zalimleri orada diz çökmüş vaziyette bırakırız.


وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ قَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُٓواۙ اَيُّ الْفَر۪يقَيْنِ خَيْرٌ مَقَامًا وَاَحْسَنُ نَدِيًّا 73

73. Onlara apaçık ayetlerimiz okunduğunda kâfirler, iman edenlere derler ki: “İki topluluktan hangisinin konumu daha hayırlı, muhiti/çevresi daha güzeldir?”


وَكَمْ اَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنْ قَرْنٍ هُمْ اَحْسَنُ اَثَاثًا وَرِءْيًا 74

74. Oysa onlardan önce helak ettiğimiz nice kavim, hem daha güzel eşyalara hem de daha güzel bir görünüşe sahiptiler.


قُلْ مَنْ كَانَ فِي الضَّلَالَةِ فَلْيَمْدُدْ لَهُ الرَّحْمٰنُ مَدًّاۚ حَتّٰٓى اِذَا رَاَوْا مَا يُوعَدُونَ اِمَّا الْعَذَابَ وَاِمَّا السَّاعَةَۜ فَسَيَعْلَمُونَ مَنْ هُوَ شَرٌّ مَكَانًا وَاَضْعَفُ جُنْدًا 75

75. De ki: “Kim sapıklık içindeyse, Er-Rahmân ona verdiği mühleti alabildiğince uzatsın... Kendilerine vadedilen azap ya da kıyameti gördüklerinde, kimin konumu daha kötü ve kim askerî bakımdan/yardımcılar bakımından daha zayıfmış yakinen bileceklerdir.”


وَيَز۪يدُ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اهْتَدَوْا هُدًىۜ وَالْبَاقِيَاتُ الصَّالِحَاتُ خَيْرٌ عِنْدَ رَبِّكَ ثَوَابًا وَخَيْرٌ مَرَدًّا 76

76. Allah, hidayet ehlinin hidayetlerini arttırır. Kalıcı salih ameller, Rabbinin katında mükâfatı ve geri dönüşü en hayırlı olandır.


اَفَرَاَيْتَ الَّذ۪ي كَفَرَ بِاٰيَاتِنَا وَقَالَ لَاُوتَيَنَّ مَالًا وَوَلَدًاۜ 77

77. Ayetlerimizi inkâr edip: “Kesinlikle bana mal ve evlat verilecek.” diyeni gördün mü?


اَطَّلَعَ الْغَيْبَ اَمِ اتَّخَذَ عِنْدَ الرَّحْمٰنِ عَهْدًاۙ 78

78. Gayba mı muttali oldu, yoksa Er-Rahmân’ın katında (ona verilmiş bir) söz mü var?


كَلَّاۜ سَنَكْتُبُ مَا يَقُولُ وَنَمُدُّ لَهُ مِنَ الْعَذَابِ مَدًّاۙ 79

79. Asla! Onun söylediklerini yazacak ve onun azabını alabildiğince uzatacağız.


وَنَرِثُهُ مَا يَقُولُ وَيَأْت۪ينَا فَرْدًا 80

80. Onun söylediğine (çocuklarına ve mallarına) biz mirasçı olacağız ve o bize tek başına bir fert olarak gelecek.


وَاتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ اٰلِهَةً لِيَكُونُوا لَهُمْ عِزًّاۙ 81

81. Kendilerine izzet/üstünlük/güç kaynağı olsun diye Allah’ın dışında ilahlar edindiler!


كَلَّاۜ سَيَكْفُرُونَ بِعِبَادَتِهِمْ وَيَكُونُونَ عَلَيْهِمْ ضِدًّا۟ 82

82. Asla! (Kıyamet Günü) onların ibadetlerini inkâr edecek ve onların karşısında (düşman olarak) yer alacaklar.

Kur’ân’da “ilah” kavramı ve Kelime-i Tevhid’in açılımı için bk. 21/ Enbiyâ, 25


اَلَمْ تَرَ اَنَّٓا اَرْسَلْنَا الشَّيَاط۪ينَ عَلَى الْكَافِر۪ينَ تَؤُزُّهُمْ اَزًّاۙ 83

83. Şeytanları kâfirlerin üzerine saldığımızı ve onları kışkırtıp (Allah’a isyana ve şirke yönelik) harekete geçirdiklerini görmedin mi?


فَلَا تَعْجَلْ عَلَيْهِمْۜ اِنَّمَا نَعُدُّ لَهُمْ عَدًّاۚ 84

84. Onlar için acele etme! Onlar için (gün) saydıkça sayıyoruz.


يَوْمَ نَحْشُرُ الْمُتَّق۪ينَ اِلَى الرَّحْمٰنِ وَفْدًاۙ 85

85. Muttakileri heyet hâlinde Er-Rahmân’ın huzuruna toplayacağımız o gün (var ya)!


وَنَسُوقُ الْمُجْرِم۪ينَ اِلٰى جَهَنَّمَ وِرْدًاۢ 86

86. Suçlu günahkârları da susuz olarak cehenneme süreriz.


لَا يَمْلِكُونَ الشَّفَاعَةَ اِلَّا مَنِ اتَّخَذَ عِنْدَ الرَّحْمٰنِ عَهْدًاۢ 87

87. Er-Rahmân’ın katında söz almış olanların dışında, hiç kimse şefaat yetkisini elinde bulundurmayacaktır.

Kur’ân’da şefaat kavramı için bk. 43/Zuhruf, 86


وَقَالُوا اتَّخَذَ الرَّحْمٰنُ وَلَدًاۜ 88

88. Dediler ki: “Er-Rahmân çocuk edindi.”


لَقَدْ جِئْتُمْ شَيْـًٔا اِدًّاۙ 89

89. Andolsun ki pek çirkin, alçakça bir söz söylediniz.


تَكَادُ السَّمٰوَاتُ يَتَفَطَّرْنَ مِنْهُ وَتَنْشَقُّ الْاَرْضُ وَتَخِرُّ الْجِبَالُ هَدًّاۙ 90

90. Neredeyse o (sözün dehşetinden) gökler yarılacak, yer parçalanacak ve dağlar yerle bir olacaktı.


اَنْ دَعَوْا لِلرَّحْمٰنِ وَلَدًاۚ 91

91. Er-Rahmân’a çocuk yakıştırdılar diye.


وَمَا يَنْبَغ۪ي لِلرَّحْمٰنِ اَنْ يَتَّخِذَ وَلَدًاۜ 92

92. Er-Rahmân’a çocuk edinmek yakışmaz!


اِنْ كُلُّ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ اِلَّٓا اٰتِي الرَّحْمٰنِ عَبْدًاۜ 93

93. Göklerde ve yerde kim varsa, Er-Rahmân’ın huzuruna yalnızca kul olarak gelecek.


لَقَدْ اَحْصٰيهُمْ وَعَدَّهُمْ عَدًّاۜ 94

94. Andolsun ki, hepsinin topluca ve tane tane sayılarını bilip kuşatmıştır.


وَكُلُّهُمْ اٰت۪يهِ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ فَرْدًا 95

95. Ve Kıyamet Günü'nde, hepsi O’na tek olarak geleceklerdir.


اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَيَجْعَلُ لَهُمُ الرَّحْمٰنُ وُدًّا 96

96. İman edip salih amel işleyenlere Er-Rahmân sevgi kılacaktır.

Allah Resûlü (sav) şöyle buyurdu: “Allah (cc) bir kulu sevdiği zaman Cibril’i (as) çağırır ve der ki: ‘Allah (cc) falanı sever sen de onu sev.’ Cibril (as) onu sever ve semadakilere nida eder: ‘Allah (cc) falanı sever siz de onu sevin.’ Onlar onu severler ve yeryüzü halkı arasına onun için bir kabul konur.” (Buhari, 3037; Müslim, 2637)


فَاِنَّمَا يَسَّرْنَاهُ بِلِسَانِكَ لِتُبَشِّرَ بِهِ الْمُتَّق۪ينَ وَتُنْذِرَ بِه۪ قَوْمًا لُدًّا 97

97. O (Kur’ân’la) muttakileri müjdeleyesin ve inatçı topluluğu uyarasın diye onu senin dilinle kolaylaştırdık.

Kitab’ın indiriliş gayesi için bk. 4/Nisâ, 105


وَكَمْ اَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنْ قَرْنٍۜ هَلْ تُحِسُّ مِنْهُمْ مِنْ اَحَدٍ اَوْ تَسْمَعُ لَهُمْ رِكْزًا 98

98. Onlardan önce nice kavimleri helak ettik. Onlardan birini hissediyor ya da gizlice yaptıkları konuşmaları duyuyor musun?


Kehf Suresi Tâhâ Suresi